TÜRK SİBER SAVUNMA KUVVETLERİ
  Varna Zaferi
 
Varna meydan muharebesi; 1O Kasım 1444’ de bir salı günü VARNA ovasında Osmanlı padişahı İkinci Murat’ın başkomutanı bulunduğu Osmanlı ordusu ile LADİSLAS’ın başkomutanlığında kurulan, Macar, Alman, İtalya, Çek, Slovak, Sloven, Hırvat, Ro­men, Litvanya ve Rutan devletleri ordularından kurulu HAÇLI ORDUSU arasında yapılmış, Osmanlı İmparatorluğu or­dularının, düşmanı yok etmesiyle sonuçlanmıştır. Yıldırım Bayezid komutasındaki Osmanlı ordusunun 1396 yı­lında NİĞBOLU önünde 4. Haçlı ordusu ile yaptığı büyük meydan muharebesi sonunda, düşman ordularını bütünüyle yok ettiğini, Avrupa’da büyük siyasi imkânlar elde ettiğini biliyoruz. İkinci bir NİĞBOLU meydan muharebesi denilebilecek, Var­na meydan savaşı ile Avrupa kıtasında büyük bir bölüm yine Os­manlı Türklerinin eline geçmiş ve bu sefer Avrupa’da ele geçirilen yerler, yüzyıllar boyu Osmanlıların hâkimiyeti altında kalmıştır. Türk medeniyeti ve Türk adaleti Avrupa’ya örnek olmakla kalma­mış, devlet sınırları yine TUNA’YA kadar uzanmıştır. İkinci MURAT’IN orduları Varna meydan muharebesini kaza­namamış ve büyük zaferi elde edememiş olsalardı; Fatih Sultan Mehmet; İstanbul’u alamayacak, DOĞU ROMA İMPARATORLUĞU’NU tarihten silemeyecekti. Varna Meydan Muharebesi, ge­rek askeri, gerekse siyası yönden Osmanlı Devleti için çok fayda­lı olmuş, geleceğini kurtarmıştır. VARNA MEYDAN MUHAREBESİNİN SEBEPLERİ: Yıldırım Bayezid’in kazandığı Niğbolu zaferlerinden sonra Osmanlı Devleti’nin sınırları; genel olarak, Anadolu’da FIRAT nehrine, Avrupa’da ise Tuna’ya kadar dayanmıştı. Bu sınırlar için­de Bizans İmparatorluğu ve Sırbistan Krallığı bulunuyorsa da, bu iki devlet de isimden ibaretti. Her iki devlet de, Osmanlı Devle­ti’nin himayesi altındaydılar. Avrupa devletlerinden kurulu haçlı ordusu Niğbolu’da öylesi­ne bir yenilgiye uğramışlardı ki; toparlanmaya imkân bulamadılar. Osmanlıların uğradığı Timur faciasından faydalanamadılar. Os­manlı Devleti yeniden toparlanarak, Avrupa kıtasında Niğbolu sonrası kazandıkları askeri ve siyasi hükümranlığı tekrar kazanma­nın hesapları içindeydi. Ankara meydan savaşından sonra, Anado­lu’da kayıp ettikleri yerleri tekrar ele geçirmedikçe, Avrupa’da bir hareket zaten mümkün olamazdı. Yıllara bağlı olacak bu hareket­leri Osmanlı padişah ve devlet adamları iyi değerlendirdiler. 50 yı­la yakın bir süre içinde ne yaptılar ettiler, Anadolu’da kaybolan yerleri tekrar ele geçirdiler. Avrupalılar başka çareleri olmadığı için bu fırsatı Osmanlılara verdiler. Macaristan’la birlikte Niğbolu savaşına katılan Avrupa devletleri o kadar bitap düşmüşlerdi ki tam 48 yıl yerlerinden kıpırdayamadılar. Bu suretle de ellerine ge­çen bütün fırsatları kaçırdılar. Kendilerine gelip eski emellerine ulaşmak üzere harekete geçtikleri zaman çok geç kaldıklarını, Os­manlıların eski kuvvet ve kudretlerine kavuştuklarını gördüler. İkinci Murat; bir biri arkasına kazandığı zaferlerle Osmanlıla­rı eski dönemlerine ulaştırdı. Kudretli bir ordu ile BELGRAT ön­lerine kadar geldi. Macaristan ordusu başkomutanı Jan Hunyad’ı bile dize getirdi. Avrupalıların uğradığı bu yenilgiler onların akıllarını başlarına getirdi. Avrupa’da yeniden ittifaklar yapılmaya başlandı. Belgrat karşılaşmasından sonra Jan Hunyad 20.000 kişi­lik bir ordu ile 1442’de MOROYA suyu yakınında MEZİT Bey komutasındaki Türk akıncı grubunu yenilgiye uğrattı. Ayrıca yine Jan Hunyad l443’de Şahabettin Paşa komutasındaki diğer bir Os­manlı birliğini de yendi. Anadolu’da padişah ikinci MURAT’IN başında bulunduğu Os­manlı orduları, Konya’daki KARAMANOGULLARI’nı yenilgiye uğratarak ellerinden topraklarını aldı ve Edirne’ye döndü. Macaristan krallığı ile anlaşma yapılarak bir barış sağlandı. Ayrıca Sırbistan ve Romanya’dan alınan topraklar sahiplerine ge­ri verildi. Fakat bu devletler Osmanlılara her yıl belirli bir miktar vergi ödeyeceklerdi. İkinci MURAT kendisince inandığı barışı sağladıktan sonra ülkesinin iç işlerine döndü. İlk iş olarak bayın­dırlık yönünden kalkınmaya, ilim ve fenne önem vererek çalışma­lara başladı. Bu sırada, büyük oğlu şehzade Alâeddin öldü. Bu ölüm ikinci Murat’ı çok üzdü. Mateme büründü. Padişahlıktan çe­kildi, yerine 13 yaşındaki oğlu şehzade Mehmet’i getirdi. Ye "ya­şadığımız sürece evladımızın padişahlığını görelim" diyerek Ma­nisa’ya çekildi ve orada sükûnet içinde yaşamaya başladı. Bu durum daima bir savaş fırsatı kollayan Macaristan Kralı LADİSLAS’ı harekete geçiren diğer bir sebep oldu. Bu sıralarda uğradığı yenilgiden uslanmayan Karamanoğullarından İbrahim Bey, hınç almanın tam sırasıdır diyerek, Kral Ladislas’a, İkinci Murat’ın devleti çocuk yaştaki oğluna bıraktığını, Osmanlıların Avrupa’dan atılmasının tam sırası olduğunu, bundan iyi fırsatın bir daha ele geçmeyeceğini, haberi alır almaz savaşa hazırlanması için tavsiye ve teşviklerde bulundu. Bu haber, Kralı sevindirdi. Os­manlıların yaptığı Segedin anlaşmasından 10 gün bile geçmeden, barış anlaşmasını tek taraflı bozdu. Ye Osmanlılarla savaşmak için hazırlıklara başladı. O sıralarda Papa donanmasının amirali olan Françesko Gondelmiyeni Bizans İmparatoru PALEOLOGOS ve Macaristan Kralı Ladislas’a haber ulaştırarak, Burgonya, İtalya donanmalarının birleşmesinden kurulu bir donanmanın Çanakkale boğazını Osmanlılara karşı kapadığını, Anadolu askerlerinin Rumeli’ne buradan geçmesine engel olunacağını, bu sırada Macaris­tan tarafından Osmanlılara bir taarruz düzenlenirse, Rumeli’ndeki Osmanlı ordusunun yenilmesinin çok kolay olacağını bildiriyor, o da savaşa teşvik ediyordu. HAÇLI ORDUSUNUN KURULUŞU, SAVAŞ HAZIRLIK YE YÜRÜYÜŞÜ Macaristan Kralı LADİSLAS; savaş hazırlıklarına vakit geçirme­den başlamıştı. Daha evvelki Haçlı ordulardan daha kuvvetlisini kurmak istiyordu. Bunun için evvela Macaristan’a komşu olan devletlere, daha sonra bütün Avrupa’daki diğer devletlere, heyet­ler göndererek yardım istedi. Bosna beyi Stefan Soma ile Ulah ve Moldova beyleri yardım edeceklerine ve ordularıyla katılacaklarına söz verdiler. Yalnız Sırbistan kralı Brankoviç, Segedin barış an­laşmasıyla, evvelce Osmanlıların eline geçen bütün topraklarını geri almıştı. Bu anlaşmaya karşı çıkmak için hiç bir sebep görme­diğinden, Osmanlılara karşı yapılacak bir savaş için hazırlanacak orduya hiç bir katkıda bulunmayacağını bildirmişti. Bu durum kar­şısında kral LADİSLAS Sırbistan’dan umudunu kesince, Polonya devletlerine haber göndermişti. Fakat o sıralarda Polonya toprak­larına sık sık Tatar birlikleri saldırıyordu. Tatarlar ne yapıp edip Polonya topraklarından yer kazanmak istiyorlardı. Bu bakımdan Polonyalılar bütün kuvvetleriyle savaşa katılamayacaklarını ancak bir ölçüde kuvvet gönderebileceklerini bildirmişlerdi. LADİSLAS ar­tık Bizans İmparatoru Jan Paleolog’un göndereceği kuvvete ümit bağlamıştı. Bu sırada Arnavutluk beylerinden Kastiryata 3000 ka­dar bir süvari birliği ile Arnavutluk’ tan Macaristan’a geçmek iste­di. Fakat Sırbistan Kralı Brankoviç sınırlarını ve tüm geçitlerini kapayarak bu kuvvetlerin Macaristan’a geçmesini engelledi. Ye nihayet Macaristan bütün gayretlerine rağmen umut ettiği kadar bir kuvvet toplayamadı. Bu anda ancak 11–12 bin kişi kadar bir kuvvetle Segedin’e geldi. (Solak zade Sadettin hazırlanan Haçlı ordusunun 80.000 kişi kadar olduğunu. Yine Hammer’de bu kuv­vetlerin ağırlıklarının 2000 kadar yüklü araba olduğunu yazmakta­dırlar.) Haçlı ordu başkomutanlığınca 4 Ağustos 1444 günü Sege­din’de bir harp meclisi toplandı. Ordunun 1 Eylül 1444 günü Or­sova’da bulunması kararlaştırıldı. Fakat Macaristan kralı LADİSLAS kuvvetleriyle ancak Eylül ayının sonlarına doğru Orsova’ya gele­bildi. Haçlı ordunun başkomutanlığına Jan Hunyad getirilmişti. Kendisi büyük gayretler sonucu toplayabildiği 4000 kişilik bir kuvvetle haçlı orduya katılabilmişti. Nihayet; Jan Hunyat’ın baş­komutanlığında haçlı ordu 20 Eylül l444’de Orsova şehri yakınla­rındaki bir geçitten Tuna’yı aştı. Kral Ladislas’ın zenginliğini be­lirten eşyaları taşıyan 10.000 kadar araba, Ordunun ağırlığını da alarak Severin’den gemilere yüklendi ve Tuna yoluyla gönderildi. Ordunun gerisinden yürütülecek ağırlıkların sayısını çoğaltmamak için ve yine ordunun harekâtına ayak bağı ve ağır olur düşüncesiy­le toplar da geride bırakılıp, yalnız hafif toplarla yürüyüşe geç i1­mişti. Haçlı ordunun yürüyüşe geçtiği ilk gün KLODOvA denilen yere gelindi. Klodova kalesi Osmanlı kuvvetleriyle savunuluyor­du. Kale derhal kuşatıldı ve burada bir süre savaşıldı. Haçlı ordu­su 5 gün sonra Nimuk şehrinden geçerek 26 Eylül günü VİDİN ka­lesi önüne geldi. Orsova ile Vidin arası 110 kilometre kadardı. (5 gün yüründüğüne göre ordunun günde 22 kilometre yol aldığı an­laşılıyor.) Yürüyüşe devamla Orsova şehrine varıldı. Bu şehir haç­lı ordusu gelmeden bir gece içinde tamamen boşatılmıştı. Haçlı or­du bu ilk savaşlarında askeri şartlara aykırı hareketlerde bulunuyor, yürüyüş yolu üzerinde rastlanan bütün şehir ve köyler yakılıp yıkılıyor, Müslüman, Hıristiyan ayrımı yapılmaksızın cami ve kili­seler tahrip ediliyor, her şey yağma ediliyordu. Haçlı ordusu bu şe­kil hareketleri ile oralarda yaşayan insanların nefretini kazanıyor­du. Vidin’de bulunan Kral LADİSLAS bundan sonraki harekâtı şöyle yönlendirmek istiyordu: Niğbolu’ya gidilecek, yol boyunca do­nanma ile işbirliği yapılacak, sonra Meriç vadisine inilecek, yol boyunca yürünecek, Edirne’ye varılacaktı. Fakat ne mevsim ne de Balkan dağları bu plana imkân verdi. Bu sıralarda bu geçitler Osmanlı kuvvetleri tarafından tutulmuş da değildi. Ama yüklü ağırlıkları olan çok büyük bir ordunun bu ge­çitlerden geçmesi kolay olmuyordu. Geçmekte ısrar edilse bu se­fer erzak kolları orduyu takip edemeyecek, zaten ahalisi az ve fa­kir olan bu yerlerde ordunun aç kalma tehlikesi belirecekti. İşte bu muhakemeler içinde Kral LADİSLAS Balkan dağlarının etrafından dolaşarak VARNA’ya gitmeyi, oradan da Karadeniz kıyılarına inip bu kıyıları izleyerek yürümeyi ve bu yoldan Niğbolu’ya inme­yi düşündü. Bu suretle ordu bu yoldan yürürken yiyecek sıkıntısı çekmeyecekti. Çünkü donanmadan her an fayladalanabilecekti. Bu suretle Bizans’a varılınca beklenen büyük yardım da gelecekti. Aynı zamanda kral LADİSLAS, Bizans İmparatoru Jan Paleolog’un kızıyla evlenecek, daha sonra da tasarladığı emellerine ulaşacaktı. Bu hayaller içinde yürünüyordu. Nihayet Haçlı ordusu 26 günlük bir yürüyüşten sonra 6 Ekim günü (Niğbolu) yakınlarına geldi. Niğbolu kalesi oldukça kuvvetli bir Osmanlı kalesiydi. Bu son du­rumlar öğrenilince Osmanlılar bu kaleyi daha da kuvvetlendirmiş­lerdi. Kaleyi elden çıkarmamak için her çareye başvuracaklardı. Kaleyi savunacak birliklere Osmanlı ordusunun en ünlü komutan­larından FİRUZ Bey’in oğlu Mehmet Bey komuta ediyordu. Ölünecek fakat kale düşmana verilmeyecekti. Haçlı ordusu Niğbolu kalesini kuşattı ve saldırıya geçti. Fakat ağır toplarını ve kuşatmada yararlı araçları beraberinde getirme­diklerinden kaleyi ele geçirme başarısına ulaşamıyorlardı. Buna karşılık çok sayıda ölü ve yaralı veriyorlardı. Osmanlılar yaptıkları kısa süreli huruçlarda birçok esir de ele geçirmişlerdi. Niğbolu kuşatması sürerken, ULAH voyvodası 4000 kadar süvari kuvvet­leriyle haçlı ordusuna katılmıştı. Voyvoda DRAKULA, haçlı or­dusunun düşündüğü kuvvette olmadığını, katılması düşünülen kuvvetlerin toplanamadığını görünce, bu kifayetsiz orduyla böyle­sine büyük bir savaşın kazanılamayacağını düşünmüş olacak ki, Macaristan kralı Ladislas’ı bir macera olacak savaştan vazgeçir­meğe çalıştı. Osmanlı ordusunun çok kuvvetli olduğunu, bu haçlı ordusuyla Osmanlı ordusunu karşılamanın mümkün olamayacağını söyleyince başkomutan Jan Hunyad bu sözlere çok sinirlendi. Kılıcını çekerek Vlad Drakula’nın üzerine yürüdü. Araya giren­ler bir çarpışmayı önlediler. Ama Drakula fikirlerinde ısrar etti ise de, kralı bu savaştan alıkoyamadı. Kral LADİSLAS Osmanlılara karşı bir yıl önce elde edilen başarısından cesaretlenerek, Pa­pa’nın da etkisinden kendisini kurtaramıyor, savaşa devam karanında ısrar ediyordu. Drakula ise, Arnavutluk’tan ve Bizans’tan bir yardım geleceğine inanmadığından askerlerini oğlunun ko­mutasına bırakarak memleketine döndü. Ulah kuvvetlerini ordu­suna katan kral LADİSLAS; Jan Hunyad’ı, Ulah ve Macarlardan ku­rulu bir kuvvetle ordunun öncüsü olarak ileriye gönderdi. Ken­disi de arta kalan kuvvetlerle ve ordu ağırlıklarıyla RAZGRAD’a geçerek YENİ PAZAR önlerine ulaştı. O sıralarda YENİ PA­ZAR savunmaya hazır bir şehir olduğu için, Haçlı ordusu burada bir kaç gün beklemek zorunda kaldı. Kanlı bir çarpışmadan son­ra şehir haçlıların eline geçti. Haçlı ordusu bu çarpışmadan çok sayıda kayıp verdiği için Yeni Pazarın, bütün halkını ve elleri­ne geçirdikleri hayvanları bile kılıçtan geçirdiler. 24 Ekim günü bütün çevreye bir beyanname gönderildi: Bunda; ŞUMNU, PET­RiÇ, KOVORNA, VARNA şehirlerinin ve yine Osmanlılar elin­de bulunan bütün şehirlerin kendilerine savunmasız teslim edilme­sini istiyorlardı. Teslim olan şehirlerin asker ve sivil halkına doku­nulmayacağını, serbest bırakılacağı vaat ediliyor, aksi halde tümü­nün kılıçtan geçirileceği bildiriliyordu. Bu beyannameler daha ev­velce ele geçirdikleri esirlerle o şehirlere gönderilmişti. OSMANLILAR TARAFINDA İSE: Beyanname alan şehirlerden cevaplar geldi. Osmanlı sınırları içinde bulunan Osmanlı topraklarından bir karışının bile asla sa­vaşsız teslim edilmeyeceği, bu yerleri ancak onları öldürdükten sonra alabilecekleri bildiriliyordu. Macar Kralı LADİSLAS ve ordu­su bu haberi alınca; süratle harekete geçerek, kısa bir süre sonra ŞUMNU kalesi önüne geldiler. Derhal kaleyi kuşatarak hücuma geçtiler. Kaleyi koruyan Osmanlı askerleri inatla mukavemet edi­yor fakat çok zayiat veriyorlardı. Kıyasıya bir savaş sonunda sayı­ları çok azalan Osmanlı kuvvetleri dayanacak kuvvetleri kalmadı­ğından, kaleyi teslim etmek zorunda kaldılar. Bu suretle Şumnu kalesi de düşmanın eline geçmiş oldu. Haçlı ordusu Şumnu’ da 5 gün kadar kaldılar; derlendiler, toplandılar. Bu arada ileriden bir haber almak üzere bir keşif kolu tertip ettiler. 500 savaşçıdan olu­şan bu keşif kolunu TIRNOVA yönüne gönderdiler. Bu kuvvet Osmanlı öncüleriyle karşılaştılar. Saldırıya uğradılar. 300 kadar ölü bırakarak dağıldılar. Haçlı ordusu, susuz ve arızalı bir arazide büyük güçlükler altında yürüyüşlerine devam ediyorlardı. Ve niha­yet bu ordu PRAVADİ şehrine geldi. Bu şehir aynı adı taşıyan bir nehir kenarında idi. Haçlılar 4 ve 5 Kasım günlerinden sonra Pra­vadi kalesini ele geçirdiler. Bu meyanda şehri de ele geçirmek için savaş düzeni aldılar. Bütün kuvvetleriyle şehri ele geçirerek birçok ganimetlere de sahip oldular. Sonra şehri yaktılar. Osmanlı kuvvetleri karşı taarruzla şehri tekrar ele geçirmek istedilerse de, düşmanın karşısında sonuç alamadılar. Ama bu çarpışmalarda Haçlı ordusu da çok kayıp vermiş, sayısı hayli azalmıştı. Haçlı or­dusu durmadı ve yürüyüş e devamla bir gün sonra Petriçe’ye geldi. Petriçe kalesi yüksek bir tepe üzerine kurulmuş ve güney yönü üç metre genişliğinde kazılmış hendeklerle engellenmişti. Bu sefer Ulahlar bu Kalelinin surlarına merdivenler dayayarak yukarı çık­mak istediler. Fakat başaramadılar. Hücum sırası bu sefer Macarlarda idi. Onlar da kaleden atılan taşlarla çok kayıp verdiler. Savaş kıran kırana devam etti. Ölü ve yaralı sayısına bakmadan devam ettiler. Nihayet kaleyi ele geçirdiler. Haçlı ordusu yürüyüşe de­vamla akşama doğru Mihalıççık’a geldiler. Yürüyüşe devamla Ka­sım’ın 3 ve 4 üncü günleri Mihalıççık’ı ele geçirdiler deniliyor. Fa­kat şehir daha evvel boşatılmıştı. Bomboş durumda bulunduğu, saldırı sırasında anlaşıldı. Burası da Haçlı ordusunun eline geçti. Haçlı ordusu durmadan yürüyüşe devam etti. Bu sırada Kamçı nehri üzerinde Osmanlılara ait 28 gemiye rastladılar, hücum ede­rek onları yaktılar. Başarılarının sevinci içinde, 9 Kasım 1444 gü­nü, Varna önlerine geldiler. Varna sakinleri şehrin anahtarlarını krala teslim ettiler. Artık kazanma yolunda olduklarına iyice inan­dılar. Fakat o gün hava kararıp da iyice gece olunca, 3–4 kilomet­re kadar ötede Osmanlı ordusunun yaktığı ateşlerin donuk ışıkları­nı görüverdiler. Bu haşmetli manzara karşısında müthiş bir telaşa düştüler. Kral LADİSLAS bu durum karşısında hemen ilk tedbir olarak sa­vaş ileri kuvvetlerini çoğalttı; ordusuna atlarından eğerleri aldırmadı. Muhtemelen yarın sabah yapılacak savaşa hazır durumda bekledi. Daha sonra da muharebe planlarını görüşmek üzere harp meclisini topladı. Genel durum gözden geçirildi. Osmanlı ordusu Hakkında görüşme başladı. Bu hususta bütün komutanlar ve bilhassa Jan Hunyad’ın fikirleri alındı. OSMANLI ORDUSUNUN SAVAŞ HAZIRLIĞI YIĞINAKLANMASI VE YÜRÜYÜŞÜ:
O zaman Sırbistan kralı olan YORGİ BRANKOVİÇ; Osman­lıları tutuyordu. Macaristan Kralı LADİSLAS’ın Osmanlılara karşı sa­vaş hazırlığını padişaha o duyurmuştu. Zaten kendisi de Macar K­ralına karşı çıkıyor, sonunda bu yönde kazançlı çıkacağını biliyor­du. O sıralarda, ne duyarsa, neyi öğrenirse bunları günü gününe Osmanlılara iletiyordu. Hatta Karamanoğullarından İbrahim Bey’in, kral Ladislas’a yazdığı mektuptaki bilgiler de ondan öğre­nilmişti. 20 Eylül i 444 ’den Kasım 1444 ortalarına kadar Haçlı or­dusunun harekâtı bu yoldan öğrenilmişti. Osmanlı ordusu, Haçlı ordusunun memleket aleyhindeki harekâtına karşı; geç kalınmakla beraber, 13 yaşındaki zeki ve uyanık padişah İkinci MEHMET vakit kaybetmeden harp meclisini topla­mış ve fikirler almağa başlamıştı. Sadrazam ve bütün vezirlerle, komutanların bulunduğu meclis; evvela genel durumu gözden ge­çirdiler. Neticede İkinci Mehmet’in babası eski padişah İkinci MURAT’IN devletin ve ordunun başına getirilmesine karar ver­mişlerdi. Bu karar bir heyetle Sultan Murat’a bildirildi. Fakat İkinci Murat; "Biz oğlumuz Mehmet’e padişahlığı vermekten maksadımız dinlenmemiz içindi. Padişahlık kendisine lazımsa din ve devleti korusun" şeklinde cevap göndermişti. II. MEHMET bu sefer kendi­si davette bulundu: "Padişah iseniz buyurun devletinizin ve ordunuzun başına geçi­niz, yok eğer padişah biz isek size emrediyoruz, ordumuzun başkomutanı olarak ordunun başına geçin." II. Murat bu mektup üze­rine derhal harekete geçti. Anadolu’dan alınacak kuvvetleri kısa bir zaman içinde topladı. 40.000 kişilik bir ordu ile Edirne’ye doğ­ru yürüyüşe geçti. O sıralarda Haçlı donanmasının Çanakkale bo­ğazını kapadığını öğrendiğinden, Rumeli’ne geçmek için İstanbul Boğazı yolunu seçmişti. Osmanlı harekâtı düşmandan son derece gizli tutuluyordu. Çok kısa bir zamanda İstanbul Boğazında Yıldı­rım Bayezid’in yaptırdığı Güzelce Hisar’ın bulunduğu yere gelin­di. Sadrazam Halil Paşa Anadolu ordusunun gelişinden bir kaç gün evvel Rumeli kıyılarıyla, hisar civarına toplar yerleştirmiş bu böl­geyi emniyet altına almıştı. Venediklilerle her er için 1 duka altın verileceği şeklinde anlaşma yapılmış ve ordu tümüyle karşı sahile geçirilmişti. Bir sabah şafak sökerken padişah II. Murat ve aza­metli ordusu sancaklarını dalgalandırarak muhteşem bir manzara içinde İstanbul surlarının önünden Bizanslıların dehşetten ve korku­dan büyümüş gözleri önünde geçiyorlardı. Bizans İmparatoru, Macaristan’ın müttefiki olmasına rağmen, duruma seyirci kalmaktan ileri bir şey yapamadı. II. Murat Rume­li tarafına geçer geçmez, Sadrazam Halil Paşa tarafından karşılandı. Padişaha Haçlı ordusunun harekâtı hakkında bu ana kadar öğ­renilenleri anlattı. Gemilerini, kuvvet sayısını, silah ve teçhizatı hakkında bilgi verdi. Osmanlı ordusu yürüyüşüne devam ederek Ekim ayı ortaların­da Edirne’ye geldi. II. MEHMET merasimle babasını karşıladı ve ellerinden öptü. ’padişahla oğlu durmadan dinlenmeden genel du­rumu bir defa daha gözden geçirdiler. II. Murat Edirne’ de bulun­duğu sırada, Niğbolu kuşatılmış ve burada savaş bütün dehşetiy­le devam ediyordu. Düşman kuşatması; kaleden çıkan Osmanlı kuvvetleri tarafından zaman zaman yarılıyor, birçok zayiat ver­diriliyor ve birçok esirle kaleye dönülüyordu. Esirlerden bir kıs­mı Edirne’ye de gönderiliyordu. Haçlı ordunun hala Niğbolu önünde olduğu biliniyor, stratejik planları da anlaşılmış bulunu­yordu. II. Murat oğlu II. Mehmet’i Edirne’de yerine vekil bıra­karak, dedesi Yıldırım Bayezid’in Niğbolu meydan savaşında iz­lediği yoldan, hedefi Niğbolu olmak üzere, Edirne-Filibe-Şıpka geçidi-Tırnova yoluyla yürüyüşe geçti. Düşmanın Tırnova’ya doğru geldiği düşünülüyordu. Ve bu yolda rastlanacağı umuluyordu. Hakikaten Tırnova’da bir düş­man kuvvetiyle karşılaşıldı. Fakat bu düşman kuvveti savaşı ka­bul etmeyerek, kaçarcasına çekildi. Bir şey yapılamadı ve bir şey de öğrenilemedi. Osmanlı ordusu Niğbolu genel yönünde yürü­yüşe devam etti. Niğbolu’ya kadar düşmana rastlanmadığı gibi Niğbolu’ da da düşmanla karşılaşılmadı. Haçlı ordusu savaşa hazırlıkta ve harekâtta öne geçmiş bulunu­yordu. Osmanlı ordusunun gecikme zararını telafi için padişah çok süratli bir yürüyüşle Niğbolu önlerine gelmişti. Kale savunucuları­nın bir kısmını da ordusuna katarak, düşmana rastlandığı yerde ta­arruz etmek maksadıyla doğu yönüne doğru yürüyüşe geçildi. Düşman orduları Osmanlıların kendi arkalarında olduğunun far­kında değillerdi. Daha evvelce buralarda savaşıldığından padişah II. Murat, araziyi çok iyi biliyor, harekâtı duruma ve araziye uy­duruyordu. Yaptırdığı keşiflerle düşmanın bulunduğu yer de öğrenilmişti. Hedef düşman olarak, yürüyüşe devam edildi. 4 Kasım 1444 günü, düşman öncülerinin bulunduğu yere, Osmanlı ordusu öncüleriyle varmış ve artık düşmanla temas da kurulmuştu. II. Murat’ın mak­sadı açıktı; düşmanın arzu etmediği bir zamanda onları savaşa zor­lamaktı. Nihayet Osmanlı ordusu da Varna yakınında, düşmanın 3­4 kilometre yakınında ordugâh kurdu. Haçlı ordusu, Osmanlı ordu­suna çok fena bir durumda yakalanmışlardı. Hâlbuki bir kaç gün evvel Osmanlıların Edirne’ de olduğu öğrenilmiş, LADİSLAS ordu­nun bir bölümüyle Osmanlı ordusunun yürüyüşünü engellemeye, diğer bölümüyle İstanbul’a gidip Bizans ordusu ile birleşmeyi ve kuvvetlenmeyi düşünüyordu. Ancak Osmanlıların son durumu bu­na da imkân vermedi. Asıl felaket; haçlıların yürüyüş yolu boyunca rastladıkları, her Osmanlı kale ve müstahkem yerlerine saldırmak zorunda kalmala­rı idi. Bu onlara hem zaman kaybettirmiş hem de fazlaca ölü yara­lı zayiatı vermelerine sebep olmuştu. Buralara muhafız bırakmala­rı ordularının sayısını azaltmış onları zayıflatmıştı. Şimdi gördük­leri Osmanlı ordusu hem sayı itibarı ile onlardan çok, hem de sa­vaş durumları ile onlara hâkimdi. Bunlara karşılık yapacakları bir şey de kalmamıştı. Bulgaristan içlerine çekilmeyi düşündülerse de, Osmanlı ordusu bu yönü tamamen kapadığından imkân bulamadı­lar, çaresiz, bulunan yerde muharebeyi kabul edeceklerdi. ORDULARIN SAVAŞ PLANLARI:
Haçlı ordusunun (Macaristan ve müttefikleri) Varna savaşı için planları: İlk defa şöyle düşünmüşlerdi: a) Süratle Niğbolu’ya inilecek, burası ele geçirilecekti. Kale bundan sonra yapacakları ileri harekâta dayanak noktası olacaktı. Sonra Meriç vadisine inilecek, Edirne alınacak. İstanbul’a yürüne­cekti. b) Her çareye başvurulacak, Osmanlıların Anadolu orduları Rumeli’ne geçirilmeyecek, halen Rumeli’nde bulunan Osmanlı or­dusu da Rumeli’nden atılacaktı. Fakat Haçlı ordusu büyük bir yekûn tutan ağırlıklarından ayrı­lamadıkları için bu planı uygulayamadılar. Planı değiştirmek zo­runda kaldılar. Ağırlıklara paralel olarak Varna’ya doğru yürüdü­ler. Bu yürüyüş şöyle yapılacaktı: Varna’ya varılacak, oradan sahil boyunca aşağı inilecek, İstanbul’a gidilecekti. Bizans ordusuyla birleşerek daha da kuvvetlenecekler, İstanbul boğazını da kapata­caklar, Anadolu ordusunu Rumeli’ne geçirmeyeceklerdi. Kuzeye dönerek buralarda rastladıkları Osmanlı Kuvvetlerini yok ederek ellerindeki toprakları alacaklardı. Bu suretle de Osmanlıların Ru­meli hâkimiyetine son vereceklerdi. Haçlıların bu iki planları da uygulanmamış, ancak yürüyüş yolları üzerindeki Osmanlılar elinde bulunan bir kaç kale ve şehir binlerce ölü ve yaralı verme paha­sına, ellerine geçirebilmişler ve yine önemli zamanlarını da heba ederek ancak VARNA şehri önlerine gelebilmişlerdi. Takatleri da kalmadığından orada ordugâha geçmişlerdi. 9 Kasım 1444 akşamı karanlık basıp gece olunca, 3–4 kilometre kadar yakınlarında Os­manlı ordularının yaktıkları ateşin ışıklarını görünce donakalmış­lar, Kral LADİSLAS tatlı rüyalardan uyanmış, aklı başına gelmişti. Osmanlı ordusu bütün kudret ve haşmetiyle karşılarında idi. Göre­bildikleri kadarıyla Osmanlılar onları kuşatmış bulunuyordu. Çok kötü durumda yakalanmışlardı. Kral LADİSLAS çareler aramaya baş­ladı. İlk işi evvelce ileri sürdüğü emniyet kuvvetlerini kuvvetlen­dirmek oldu. Atlardan eğerler alınmadı. Haçlı ordusu her an sava­şa hazır bir durumda bekletildi. Kral LADİSLAS hemen harp meclisi­ni topladı. Krallar, prensler ve komutanlar fikirlerini söylediler. Bazıları savunmada kalmayı, taarruzu Osmanlılardan beklemeyi ileri sürüyor ve bu taarruz kırılıp, karşı taarruza geçme teklif edili­yordu. OSMANLI ORDULARI BAŞKOMUTANLIĞININ SAVAŞ PLANI DA ŞÖYLE İDİ: Haçlı ordusunun. Sınırlarını aşarak, kale ve şehirlere saldırısı duyulunca, Osmanlı İmparatorluğu padişahı 13 yaşındaki II. MEHMET, harp meclisini toplamış, genel durumu gözden geçirerek, bir savaş planı hazırlamıştı: Niğbolu kuşatmasıyla meşgul Haçlı ordu­sunu arkasını sararak vurmak ve yok etmek için derhal harekete geçmek. Bu planda ana maksat zaman zaman kendisini gösteren baskınlara son vermekti. Genel durum umulmayan bir değişiklik Gösterince bu plan uygulanamamıştır. Padişah II. Murat’ın ha­zırladığı ikinci plan gayet kısa ve açıktı: Dedesi Yıldırım Baye­zid’in Niğbolu savaşında uyguladığı plan aynen tekrar edilecek, düşmana rastlandığı yerde taarruz edilecek ve yok edilecekti. SAVAŞ ALANI: Düşmana Varna kalesi önlerinde rastlandığı için savaş alanı kale önünde uzanan vadi oldu. VARNA şehri Bizanslılardan kalma büyük surlarla çevrili bir kale içindeydi. Surların güneyinde DONA gölünün bir buçuk ki­lometre uzunluğunda bulunan ayağı mansap oluyordu. DONA gölünün uzunluğu da 20 Km. kadardı. Gölün güney kıyıları ga­yet sarp olup 350 metreye kadar sık ağaçlı ormanlarla örtülü te­pelerle çevriliydi. Bu bölgenin etrafında da dağlar vardı. TARAF ORDULARININ ALDIKLARI HARP TERTİBATI: Haçlı ordusunun savaş tertibi: Başkomutan Jan Hunyad’a göre Osmanlı ordusu kendilerinden sayıca üstündü. Yine Osmanlı ordusu aldıkları savaş düzeniyle de Haçlı ordusunu adeta kuşatmış bulunuyordu. Bugüne kadar Osmanlılarla birçok savaşlar yapılmış, edinilen tecrübelere göre taktikleri öğrenilmişti. Bu bakımdan alanın derinliğine tertipten Vazgeçilecek, aksine genişliğine bir hat üzerinde tertiplenilecekti. Şöyle düzenlenildi: VARNA kalesinin 750 metre kadar ileri­sinde bir savaş mevzii seçildi. Cephe vadinin sonundaki DONA gölüne dayatıldı. Bu suretle de 3 Km’lik bir cephe oluşturuldu. Sağ yanda 5 alay kadar bir kuvvetle birbirine yakın ve az kademeli ola­rak, sol yandan yine 5 alay yerleştirildi. Bu grubun bir yanı Dona gölüne dayatıldı. En sağda; Franç Tacci komutasında Hırvat ala­yı, onun solunda; Eğri piskoposu komutasında başka bir alay, onun solunda Bosna piskoposu alayı, daha sonraki iki alayın başında da Kral LADİSLAS bulunuyordu. Bu grubun hemen gerisinde Ulahlardan Kurulu bir kuvvet ge­nel ihtiyatı teşkil ediyordu. Sol yandaki düzenlenme ise şöyleydi: En solda Jan Hunyad alayı, onun sağında Zidinburg alayı, onun sa­ğında Zegler alayı, onun sağında Macar alayı, daha sağda Jilaji alayı bulunuyordu. Ayrıca Varna şehri ile Makripolis şehirleri ara­sında müstahkem ordu karargâhı kurulmuştu. Ulahlarla, Kral La­dislas’ın bulunduğu alay dışındaki alayların 1000’er kişiden oluş­tuğu söylenmekte idi. Buna göre Haçlı ordusunun genel sayısının 25–30 bin kadar olması icap eder. Hâlbuki birçok tarih yazarları Haçlı ordusunun tüm kuvvetinin 70–80 bin kadar olduğunu yazı­yorlar. Haçlı ordusunun ellerindeki silahlar o zamanın en kuvvetli ve yeni silahları idi. OSMANLI ORDUSUNUN SAVAŞ TERTİBATI: Osmanlı ordusu başkomutanı II. MURAT, sağda birinci hatta TURHAN Bey komutasında Rumeli sipahileri iki kademe halinde, solda birinci hatta KARACA PAŞA komutasında Anadolu Sipa­hileri iki kademe halinde, merkezde ve geride üçüncü hat olarak Padişah kuvvetleri ve yeniçerileri yerleştirilmişti. Solda birinci hat grubunun daha solunda da Akıncılarla Azap Askerleri yerleştirilmişti. Geride Sancaktepe ve Murat tepeleri üzerinde mızraklar ve şa­rampoller ve ağırlıklarla barikat ve gerilerinde kale düzeni savun­ma tertibi alınmış ve siperler de kazılmıştı. Padişahın bulunduğu tepeye bir mızrak üzerine Macarlarla yapılmış barış anlaşması (Kral Ladislas’ın tek taraflı bozduğu anlaşma metni yazılarak) asılmıştı. (Savaşın sonuna doğru Macaristan kralı Ladislas’ın ke­silmiş başı da anlaşma metninin yanına başka bir mızrakla dikile­cektir.) Osmanlı ordusunun kuvveti, bazı tarih yazarlarına göre 40.000 bazı tarih yazarlarına göre de 100.000 kadardı. En geride de tahki­mat ve hendeklerle hazırlanmış ordu karargâhı yapılmıştı. Osman­lıların aldıkları bu şahane tertip ve düzenle düşman adeta kuşatıl­mış durumdaydı. Çünkü durum araziye tamamen uydurulmuştu. VARNA MEYDAN MUHAREBESİNİN İCRASI:
Birinci safha: Osmanlı padişahı II. Murat’ın emriyle; taarruza Osmanlılar başlayacaktı. Savaşa başlamadan evvel, II. Murat sa­bah namazını kıldı. Ellerini kaldırarak (Ya İlahi! Mümin kullarını, benim günahım çokluğundan ötürü küffar elinde zebun etme. İlahi Habibin hürmeti için ümmetini sen sakla, sen mansur-u muzaffer eyle) diye dua etti ve sabahın erken saatlerinde ilk olarak askerle­rini taarruza başlattı. Azap askerleri ve akıncılardan oluşan 10- 15bin kadar kuvvet düşmanın sağ yanını kuşatacak şekilde harekete geçti. Bu kuvvetler bulundukları sırtların gerisinde gizli oldukla­rından görülemediler. Sırtlar gerisinden tepelere çıktılar. Arazi an­za ve örtülerinden faydalanarak vadiye kadar sokuldular. Öğle vakti düşmana yaklaştılar. Bu sırtlar süvari harekâtına elverişli ol­madığından, düşman süvarileri bu ana kadar yerlerinden kıpırda­yamadılar. Ancak Osmanlı kuvvetleri vadiye iner inmez iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma başladı. Eğri piskoposunun alayıyla çoğaltılan Jan Hunyad’ın alayı, karşı taarruza başladı. Düşman sü­varileri zırhlı olduklarından az kayıp veriyor, Osmanlıların akıncı­ları ve Azap askerleri kıyasıya dövüşüyorlardı. Bu sırada Jan Hunyad’ın sağında ve solunda bulunan Gras Varday’ın alayı ile Kardi­nalin alayı da bu taarruza katılınca, Akıncılar ve Azaplar bu zırhlı ve kendilerinden çok fazla kuvvetler karşısında dayanamadılar. Geriye çekilmeye başladılar. Bu durumu gören Osmanlı cephesi­nin sol yanında bulunan Anadolu beylerbeyi Karaca Paşa’nın Ana­dolu Sipahileri, zemin örtü ve arızalarından faydalanarak ilerledi­ler. Saldırıya uygun bir mesafeye gelince, ani ve şiddetle Jan Hunyad kuvvetlerinin yanına saldırıya geçtiler. Bu saldırıya dayanama­yan Hırvatlar kaçmaya başladılar. Durumu gören Jan Hunyad, ge­risinde bulunan ve yardımına koşan Eğri piskoposu, kuvvetleriyle karşı koydular ve kaçanları da toplayarak savaştılarsa da başarı gösteremediler. Çekilmeye başladılar. Bu iki alaydan pek az bir kuvvet, kaleye girmeyi başarmışsa da; Osmanlı sipahileri peşlerini bırakmadı. Haçlı ordusunun mızraklarla yaptıkları siperleri de bo­zarak tahkim edilmiş yerlere kadar girdiler ve karşılarına çıkanları kılıçtan geçirdiler. Geri kalan düşman birlikleri kale kapıları ka­pandığı için kaleye de giremediler. Galata kalesine doğru çekilmek istedilerse de, Osmanlı süvarileri buna da engel oldular. Düşmanın bu grupta bulunan bölümleri ya kılıçtan geçti veya bataklıkta bo­ğuldular. Eğri ve Gras Varday’ın piskoposu da bu ölenlerin içinde yok olup gittiler. Savaşın bu bölümünde düşmanın 4 alay kadar kuvveti kılıçtan geçirilmişti. VARNA MEYDAN MUHAREBESİNDE II. SAFHA: Haçlı ordusunun başkomutanı Jan Hunyad Yanoş; cephenin sa­ğındaki kuvvetlerinin durumlarının perişanlığını görünce; kral LADİSLAS komutasındaki alaylarla, Bosna piskoposunun alayını bir araya getirerek bu yeni ve taze kuvvetlerin başına geçti. Osmanlı sipahilerinin üzerine atıldı. Kuvvetleri, sipahilerin yanını kuşatır bir durum aldığından, sipahiler tepelere doğru çekilme zorunda bı­rakılmıştı. Çarpışma öldüresiye oluyordu. Bu çarpışmalar esnasın­da Osmanlı ordularının sol yan kuvvetleri komutanı Karaca Paşa ile Yeniçeri Sekbanbaşısı Doğan Ağa şehit düşmüşlerdi. Jan Hunyad saldırılarına devam etti. Başarısız kalan Anadolu sipahileri, cephenin merkez kesiminin soluna doğru çekilmeğe başladılar. Jan Hunyad kuvvetleri çekilenleri takip ediyordu. Geri­den ilerleyen ULAHLAR ise çekilen kuvvetlerin gerisine doğru saldırıyor, her şeyin yoluna girdiğini, savaşı kazandıklarını sana­rak ordugâha da giriyorlardı. Burada savaşı bırakıp yağmaya bile başladılar. Bu durumu gören Jan Hunyad Yanoş buraya da yetişti. Dağılanları topladı. Buhranlı duruma son verdi. Bu kuvvetlerle da­yanacağını sandığından kral LADİSLAS’ın alaylarının tekrar eski yer­lerine dönmelerini ve ordunun genel ihtiyatını kurmalarını istedi. Bu sırada, Haçlı ordusunun solundaki kuvvetler de savaşa sokul­muş, Haçlı ordusu bütünüyle savaş içinde bulunuyordu. Hâlbuki Jan Hunyad, Kral Ladislas’a emri olmadan ihtiyatı kullanmaması­nı bildirmişti. Bu durumu beklemeyen II. Murat yaptığı dâhiyane planı tatbike başlamıştı; Yeniçeriler sipahilerin sağında toplanıyor­du. Bu suretle cephenin ortası boşalmış düşman içine doğru getiri­liyordu. Osmanlı cephesinin sağında ve solunda kuvvetli süvari kuvvetleri grupları da toplanmıştı. Hâlbuki Haçlı ordusunun bu an­da elinde savaşa sokulmamış tek bir askeri kalmamıştı. VARNA MEYDAN MUHAREBESİNİN III. SAFHASI: Osmanlı cephesi sağ yan kuvvetlerini takip eden düşman süva­rileri, yeniçerilerin savunduğu hattın önüne geldiler. Burada Şarampolle karşılaştılar. Yeniçerilerin yanları, ileriden çekilip bura­larda kümeleşen süvari kuvvetleriyle korunuyordu. Bu durum düş­man kuvvetleri için bir tuzaktı ve onlar için çok tehlikeli idi. Zafer sarhoşluğu içinde düşman süvarileri ve onları idare eden komutanları hiç bir şey görecek durumda değillerdi. Hiç bir şeye bakmadan ve düşünmeden saldırılarına devam ediyorlar ve tuzağa gömülü­yorlardı. Bu sırada Kral Ladislas’ın elindeki son kuvvetlerin ko­mutanlarının da sinirleri tamamen bozulmuştu. Artık sevk ve ida­re ellerinden çıkmıştı. Başarılarından hiç şüpheleri olmayan bu kuvvetler de dayanamayarak başlarında kralları olduğu halde sal­dırıya katıldılar. Osmanlılar zaten bu durumu bekliyorlardı. Yeni­çerileri biraz daha geriye çekerek, düşmanı tam bir çevirme çem­beri içine sokmuş oldular. Her iki taraf da, son kozlarını kullandık­larını biliyorlardı. Onun için ölesiye çarpışıyorlardı. Savaş çok kanlı bir şekil almıştı. Bu arada Osmanlı yiğitleri kralı ele geçir­mek için her tarafı araştırıyorlardı. Bulmak güç olmadı. Bir yeni­çeri, kralı gördü ve saldırdı. Fakat kralın koruyucuları tarafından emeline ulaşamadan şehit edildi. Bunu gören yeniçeri Rüstem, baltasıyla kralın atına hücum etti. Bir vuruşta kralı yere düşürdü, fır­sat vermeden üzerine atıldı ve kralı öldürdü. Bir diğer yeniçeri Koca Hızır da, kralın başını gövdesinden ayırarak padişahın huzu­runa götürdü. Macaristan kralı III. Ladislas’ın başı bir mızrağa geçirilerek, Murat Tepe’de Segedin barış anlaşmasının asılı olduğu mızrağın yanına dikildi. Kralın kesik başını gören Haçlılar korku ve dehşetten ne yapacaklarını bilmez bir halde bulunuyorlardı. Ço­ğu kılıçtan geçirildi, birçokları esir alındı. Esir alınanlar içinde bu­lunan Kardinal Cezarini, Kral Ladislas’a "Kâfir Türklere verilen sözün hiç bir önemi yoktur" demiş ve Segedin anlaşmasının bozu­labileceğini söylemişti. II. Murat kardinalin başını da vurdurmuş ve bu kesik başı ibret olarak orduya göstermişti. Jan Hunyad bu du­rum karşısında toplayabildiği Ulahlarla birlikte Varna kalesi önün­den geçerek kıyı boyunca gecenin karanlığından faydalanarak ca­nını kurtarabilmişti. Ama Beylerbeyi Davut Bey kaçanları Tu­na’ya kadar takip etmiş ve eline geçirebildiklerini kılıçtan geçir­mişti. Osmanlı ordusu 3 gün 3 gece savaş alanında kalarak yaralıları topladı, şehitleri gömdü. Düşmandan ele geçen esirler de bir yerde toplandı. Padişah tarafından her tarafa zafer mektupları gönderildi. Kralın başı bal içinde korunarak Bursa’ya gönderildi. Halka göste­rildi. Düşman ordugâhındaki bütün ganimetler ve 250 araba içinde cephane ve krala ait zengin eşyalar ele geçti. İşte bu suretle Varna savaş alanı Osmanlı ordusunun kılıç ve hâkimiyeti altında kaldı ve bir defa daha imha muharebesi sonunda zafer yine Osmanlıların oldu.
 
  Bugün 149 ziyaretçi (259 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol