TÜRK SİBER SAVUNMA KUVVETLERİ
  Merc-i Dabîk ve Ridaniye Savaşlarıı
 
Memlûk Sultani Kansu Gavri, yanında Abbasî Halifesi el-Mütevekkil Alallah oldugu halde takriben 80.000 kişilik ordusuyla Haleb'den çıkarak Merc-i Dâbık'a gelip karargâhını kurar. Bununla beraber Selim'e gönderdiği son mektupta Haleb'e gelmesinin kendi elinde olmayıp ümerasının ısrarıyla oldugunu bildirip özür diler. Acaba Selim, beyan edilen bu özre güvenebilirciydi? Zira onun Haleb'e gelişi de kendi ifadesine göre sadece bir teftiş içindi. Fakat savaştan sonra karargâhında l00 kantar altın ve 200 kantar gümüşten ibaret olan ordu hazinesinin ele geçirilmesi düşünülürse, bu kadar büyük bir hazine ile sadece memleketi teftiş değil, Yavuz'u maglub ettikten sonra, İstanbul'u zapt etmek gayesiyle lüzumlu olan masrafları karşılamak için böyle bir hazineyi beraberinde getirdiği rivayet edilmektedir. Bütün bunları bir tarafa bırakacak olsak dahi, kendisinin Kilis yakılarındaki Merc-i Dâbık mevkiine gelmesi artik bütün barış Ümitlerini boşa çıkarmıştı.
Merci-i Dâbık'a, Memlûk ordusundan sonra gelen Osmanlı ordusunun sağ kolunda, Anadolu Beylerbeyi Zeynel Pasa, Sol kolunda Rumeli Beylerbeyi Küçük Sinan Pasa, merkezde de Kapıkulu askerleriyle Yavuz Sultan Selim yerlerini almış bulunuyorlardı. Ön tarafa da zincirler ile birbirlerine bağlanmış toplar yerleştirilmişti. Osmanlılar, âdetleri üzerine hilâl seklindeki harp nizamlarını burada da uyguladılar. Osmanlıların bu harp düzenine karşılık Memlûk ordusunun sağ kolunda Haleb Nâibu's-saltanası Hayır Bey, sol kolda Sam Nâibu's-saltanası Sibay, merkezde de Sultan Gavri maiyetiyle cephe almışlardı. İki taraf, 24 Ağustos l5l6 (26 Receb 922 )'da Merc-i Dâbık'ta karsılaşır. Savasın ilk karsılaşmasında Hayırbey kuvvetleriyle birlikte savası terk edip kaçar. Osmanlılar'ın teknik üstünlüklerine dayanamayan , kısa bir zamanda maglub olmuşlardı. Osmanlı topçusu bu savaşta büyük bir rol oynamıştı. Ordusu dağılan Kansu Gavri'ye dair verilen haberler, birbirini tutmayan rivayetler seklinde karsımıza çıkmaktadırlar. Bununla beraber en doğru gibi kabul edileni, Ömer Satır'dan rivayet edilen İbrahim Gülşenî'nin menakıbında nakledilen rivayettir. Ona göre savaştan maglub çıkan Kansu Gavri, Satir ve daha birkaç kişi ile kaçarken çöle düşmüş, yorgunluk ve bitkinlikten gece yattığı yerde ölüp kalmıştır. Savasın kazanılmasından iki gün sonra Haleb'e doğru yola çıkan Padişah, iki günlük bir yolculuğu müteakiben Haleb yakınlarına gelir. Sultan Selim, herhangi bir çatışmaya girmeden burayı teslim alır. Haleb, Selim'i merasimle karsilar. Yavuz Sultan Selim, Haleb'de iken basta Abbasî Halifesi el-Mütevekkil Alallah Ebû Abdullah Muhammed ile üç mezhebin kadılarını kabul ederek onlara karsı iyi muamelede bulunur. Muhtemelen burada, Halife'den, hilâfet alametlerini de alır. l8 gün kadar Haleb yakınında kurduğu ordugâhında kalan muzaffer hükümdar, buraya vali olarak Karaca Paşa'yı, kadı olarak da Çömlekçi zade Kemal Çelebi'yi tayin eder. Yavuz Sultan Selim, Haleb Ulu Camii'nde Cuma namazını eda ederken Hatib, Mekke ve Medine'nin hâkimi manasına gelen "Hâkimu'l-Haremeyn es-Şerifeyn" unvanıyla hitab edince o, yerinden kalkıp bu elkabin yerine "Hâdimu'l-Haremeyn es-Şerifeyn" (Haremeyn'in hizmetkârı) kelimelerini telaffuzla kendisine bu unvanın verilmesini istemişti. Habib'in ayni sözleri tekrarlaması üzerine çok sevinen Yavuz Sultan Selim, l000 dukadan daha fazla değeri olan kaftanını çıkarıp hatibe giydirecek ve üzerinde namaz kıldığı halıyı kaldırıp toprağa secde edecektir. Böylece o, Isım tarihinde diyanet perverliğinin ne kadar üstün oldugunu gösterdiği gibi, Hz. Peygamber'in, Sair Ka'b b. Züheyr'in kasidesine (Kaside-i bürde) karsı bürdesini (hırka) vermesini örnek alarak böyle bir harekette bulunmuştur. Bu hareket tarzı, Selim'in İslâm'a ve Resûlullah'a ne kadar bağlı oldugunun en beliğ ve açık numunesidir ki bu, Osmanoğulları'nın en karakteristik vasfını teşkil eder. Yavuz için kullanılan bu unvan, kendisinden sonra gelen bütün Osmanlı hükümdarları için de kullanılan önemli bir elkab olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Hama ve Humus üzerinden Sam (Dimaşk)'a doğru ilerler. tarafindan terk edilip boşaltılan Sam, mesayih ve diğer ileri gelenlerce Osmanlılara teslim edilir. Sam'a giren Yavuz Sultan Selim, burada iki gün kadar kalır. Bu süre içinde ordusunu yeniden bir nizam ve düzenlemeye tabi tuttuğu gibi memleketin ihtiyaçları ile de ilgilenir. Bu arada Muhyiddin el-Arabî'nin kabri yanına bir de cami yaptırır. Sultan Selim, Osmanlı idaresine geçen Suriye ve Lübnan mıntıkalarını yeniden teşkilâtlandırdığı bir sırada, Güney Suriye ve Filistin'deki Safer, Nablus, Kudüs Aclun ve Gazze gibi belli baslı şehirleri ele geçiren Vezir-i'azam Sinan Pasa, Memlûk Devleti'nin Gazze Valisi Canberdî Gazalî'yi maglub etmek suretiyle Osmanlı kuvvetlerine Mısır yolunu açmış bulunuyordu. Merc-i Dâbık hezimetinden sonra, Mısır'a kaçabilen bazı Memlûk emirlerinin gayretleriyle Kahire'de Memlûk Devleti'nin basına Tomanbay getirilmişti. , Merci-i Dâbık muharebesinden sonra, Osmanlı hükümdarının yanında bulunan Halife el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i halife olarak tayin ettiler. Bu haber üzerine Yavuz Sultan Selim, Tomanbay'a iki elçi gönderir. Bunlar, Tomanbay'ın, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanımak sertiyle Gamze'den öteye olan Mısır topraklarını Memluklarca bırakmak istediğini, bu ve daha başka şartlarla sulh (barış) teklifinde bulunacaklardı. Mektubun tesirinde kalan Tomanbay, Sultan Selim'in şartlarını kabul edip sulh yapmak istediyse de yanında bulunan emirler, şiddetle karsı koyarak bu teklifleri reddederler. Onlara göre Suriye muvakkat olarak Osmanlı idaresine geçmişti. Yavuz, daha önce Cengiz oğullarından Hülagu ile Timur hâdiselerinde oldugu gibi Mısır üzerine gelemeyecek, Suriye ve Filistin'den geri dönecegini zannediyorlardı. Çünkü onlar, Hülagu ile Timur'un yapamadığını, Selim'in yapabileceğine inanmıyorlardı. Bu bakımdan, Padişah'ın, Anadolu'ya dönmesinden sonra zapt edilen yerler, tekrar geri alınacaktı. Olayları bu açıdan değerlendiren Mısır ümerası, Tomanbay'ın muhalefetine rağmen Osmanlı elçilerini öldürmekten de çekinmez. Elçilerinin Mısırlılar tarafindan öldürülmesi, artik buraya (Mısır'a) yapılacak seferi kaçınılmaz hâle getirir. Bu arada, Sultan Selim'in, Hayır Bay vasıtasıyla Mısır ümerasından bazıları ile temasa geçip, lehinde propaganda faaliyetlerine giriştiği anlaşılmaktadır. Ancak bütün bu teşebbüs ve faaliyetlerden bir sonuç alamayan Selim, süratle ilerleyecek ve sırasıyla el-Arış, Han Yunus, Sâlihiyye ve Belbis'i zapt ederek Kahire önünde Matariye ile Cebel Ahmet arasında bulunan Ridâniye'ye ulaşacaktır. Seferde hazır bulunan müelliflere göre, cundîler (süvari) yanında şehir halkından, Urban, Zenci ve Magriblilerden mürekkeb 20 bin (kaynaklara göre 50 bin) kişilik , İskenderiye'de bulunan Venediklilerden ve diğer Batılılardan top temin etmek, siper ve hendek kazmak suretiyle tahkim ettikleri Ridâniye'de Osmanlılarla yeniden savaşmak üzere teşebbüse geçmişlerdi. Bu maksatla, Kahire'nin kuzeyindeki el-Mukataam dağından başlayarak Nil Nehri'ne kadar uzanan bir sahada mukavemete çalışmışlardır. Mısır üzerine yürümek üzere Sam'dan ayrılan Sultan Selim, Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Gamze'de bulunan Osmanlı ordusuna ulaşır. l3 günde çölü kastederek Kahire'nin kuzey doğusunda ve bu şehrin çok yakınında bulunan Ridâniye'ye varır. Burada yapılacak muharebe, Merc-i Dâbık muharebesinden daha zor ve tehlikeli idi. Zira Ridâniye cephesi, 50 binle 20 bin arasındaki bir kuvvetle ve biraz önce sözü edilen Frenklerden temin edilen 200 kıt'a topla, siper ve hendeklerle tahkim edilmişti. Tomanbay, ecnebilerden top ve topçu tedarik ederek İskenderiye sahlındaki topları da buraya getirtmişti. Savaş, 22 Ocak l5l7 (29 Zilhicce 922)'de Yavuz Sultan Selim'in bizzat yaptığı plan gereği, Memlûk ordusunu şaşırtacak bir sekilde başlamıştı. Bununla beraber Mısır ordusu da şiddetle karsı koymuştu. O gün bitmeyen harb, ertesi günü ikindi vaktine kadar devam eder. Muvaffakiyetten ümidini kesen Memlûk Sultani Tomanbay, son bir ümid ile Osmanlı ordusunun merkezine hücum ederek Selim'i yakalamak veya öldürmek istemişti. Fakat Yavuz, o anda merkezde değil, el-Mukataam Dağı'nı dolasan kuvvetlerin basında bulunuyordu. O sırada merkezde bulunan Vezir-i azam Hadim Sinan Pasa ile Ramazan oğlu Mahmud ve Yunus Bey'ler maktul düşmüşlerdi. Yeniçerilerin mukavemeti üzerine geri çekilmek ve bir müddet sonra da muvaffakiyetten ümidini keserek Said bölgesine kaçmak zorunda kalan Tomanbay'ı takib eden Osmanlı kuvvetleri, Kahire'nin bir kısmini ele geçirmeye muvaffak olurlar. Selim, üç gün sonra yanında halife ve dört mezecin kadıları oldugu halde Kahire'ye girip Bulak'ta ordugâh kurar. Öyle anlaşılıyor ki, Osmanlılar, Ridâniye savasını müteakip Kahire'yi bütünüyle ele geçirmek üzere giriştikleri teşebbüslerde büyük zorluklarla karsılaşmışlar. Nitekim 27 - 28 Ocak gecesi, yatsı namazından sonra, on bin kişi ile ansızın Selim'in karargâhına hücum eden Tomanbay, Osmanlılarla şiddetli çarpışmalara girişmiş, iki gece sonra yeniden girdiği Kahire'de hendekler kazdırıp barikatlar kurdurtmak suretiyle sokak savaşlarına başlamıştır. Bunun üzerine yeni Vezir-i azam Yunus Pasa, maiyetindeki yeniçeri bölükleri ile o dönemde dünyanın en büyük şehri oldugu anlaşılan Kahire'ye girerek sokak savaşlarına iştirak eder. Bu arada Kahire'siler de Osmanlılar'a karsı savaşmış ve dar sokaklarda damlardan Osmanlı askerlerine tas ve benzer şeyler atmışlardı. Bununla beraber, gerek Tomanbay'ın, gerekse halkın bütün çabaları, Kahire'nin Osmanlılar'ın eline geçmesine engel olamadı. Bu çabalardan bir sonuç alamayacağını anlayan Tomanbay, ele geçmemek için kadın kıyafetine girip Kahire'yi terk eder. Tomanbay, yedi kişi ile kaçıp kurtulmuş olmasına rağmen, Mısır'ın diğer ümerası, mukavemetten tamamıyla Ümitlerini kestikleri için gelip teslim oldular ki, bunların içinde Canberdî Gazali de vardı. Bu son taarruzda Tomanbay, dört bin telefat verdikten başka, bir hayli de esir bırakmıştı. Said taraflarına kaçtığı anlaşılan Tomanbay'san affa edilmesi için mektuplar gelir. Bunun üzerine kendisine amanname gönderilip iki defa affa edilir. Buna rağmen o, amanname getiren heyete itimat edemeyerek, Heyet azalarını öldürtür. Delta bölgesinde, basına topladığı üç bin kişiyle son defa talihini denemeye kalkışan Tomanbay, bu denemesinde de basarîli olamaz. Yakalanması ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmelerine rağmen onun, müttefiklerinin ihanetine uğrayarak Osmanlılara teslim edildiği belirtilir. Sultan Selim, önceleri kendisine hürmet ederek onu, hükümdarlara yaraşır bir sekilde ağırlar. Bu arada onu, Mısır valisi veya Anadolu'da kendisine kaya-i hayat şartıyla ( ölünceye kadar ) bir sancak vermeyi düşündüğü belirtilir. Bununla beraber, kendisini seven Mısır halkının "Allah, Tomanbay'a yârdim etsin" gibi sözlerle onun lehinde gösterilerde bulunmaları ve Hayır Bey ile Canberdî Gazali'nin ısrarları neticesinde l5l7 senesi Nisan ayı baslarında idamına ferman çıkar. Bunun üzerine Tomanbay, Şahsuvar oğlu Ali Bey'e teslim edilir. Ali Bey, 2l Rebiulevvel 923 (l3 Nisan l5l7)'de günümüzde de ayni isimle anılan "Bâbu Züveyle" denilen yerde onu asarak idam eder. İdam için adi geçen yerin seçilmesinin bir sebebi vardı. O da ın, daha önce Ali Bey'in babasını burada asmış olmalarıydı. Sultan Selim, Tomanbay'ın cenazesinin, bir hükümdarın cenazesi gibi defn edilmesini ve ona gereken saygının gösterilmesini emretmişti. Selim, Mısır Bas kadısı'nın imamlık yaptığı cenaze namazına bizzat iştirak eder. Müteveffanın ruhu için üç gün fakirlere altın ve yiyecek dağıtıp in'amlarda bulunur. Tomanbay'ın ölümünden sonra Suriye gibi Mısır da Osmanlıların bir eyaleti haline gelmişti. Sultan Selim, burada itaatlerini arz etmeye gelen Heyetleri kabul etmişti. Bu Heyetler içinde en önemli olanı, Haremeyn Şerifi Ebu'l-Bereket b. Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oğlu Ebû Nümey'in basında bulunduğu Heyet idi. Ebu'l-Bereket, oğlu vasıtasıyla Kâbe'nin anahtarları yanında bazı mukaddes emanetler ve hediyelerle göndermişti. Ebû Nümey'e, büyük ikramlarda bulunuldu. Ebû Nümey, l5l7 senesi Mayıs ayinin sonlarına doğru Padişah tarafindan kabul edildi. Bu kabul esnasında o, babasının Memlûk idaresinden çektiği eziyetleri anlattı. Haremeyn Şerifi, Memlûk Sultanları'na karsı duyduğu memnuniyetsizlik ile Sultan Selim'in, Suriye'de mukaddes mahallere karsı göstermiş oldugu büyük alaka ve ihtimam sebebiyle, severek Osmanlı idaresine girmiş, Sultan Selim'in adini hutbede zikretmeye amade bulunduğunu bildirmişti. Sultan Selim tarafindan iyi karşılanmış olan Ebû Nümey, zengin hediyelerle geri dönmüştü. Bu arada, Haremeyn fukarasına dağıtılmak üzere gemilerle bölgeye zahire ile 200 bin dinar gönderilmişti. Hoca Saadeddin, Haremeyn'e gönderilen yardım için su ifadeleri kullanır: "Haremeyn-i Şerifeyn mücavirlerine mebâlig-i mevfûre gönderip idrar-i müteariflerini müdaaf eylediler. Ve gestilerle (gemilerle) nihayetsiz gallat ve hububat gönderdiler. Ve kudat-i Mısır'dan (Mısır kadılarından) mezid-i istikamet ve tedyin birle tayin buyrulan iki kadı ile 200 bin miktarı dinar-i kâmilu'l-ayâr gönderip ma'rifet-i nüzzâr ve küttâb ile Haremeyn-i Muhteremeyn fukarasına tevzi' ettirdiler." İlk defa olarak hac kervânı ( Sürre ), Sultan Selim'in, Sam'dan Ka'be için gönderdiği bir örtüyü hâmilen Hicaz'a hareket etmiştir. Bu tarihten (h. 923 / m. l5l7) itibaren Osmanlı Sultanları "Hâdimu'l-Haremeyn es-Şerifeyn" (Haremeyn'in Hizmetçileri) unvanını aldılar. Bu unvan, Osmanlı Pâdişahlarına hem İslâm, hem de Hıristiyan âleminde büyük bir itibar tem'in etmişti. Bu esnada elçilik vazifesi ile gelen Heyetlerden biri de Venedik Heyeti idi. Heyetin vazifesi o ana kadar Kıbrıs için a vermekte oldugu vergiyi, dan sağlamış oldugu imtiyazlar baki kalmak üzere, Osmanlılara vermek hususunda müzakerelerde bulunmak idi. Bu Heyet, ayni zamanda, Venediklilerin Osmanlılara karsı Kölemenlere yardımda bulunduğu töhmetini de redde ederek, devletini bu hususta müdafaa edecekti. Yavuz Sultan Selim, ikamet etmek için Kahire'de bir köşk inşa ettirir. O, burada kaldığı müddet zarfında bu köşkte ikamet eder. Mayıs sonlarında Pîrî Pasa komutasında gelen Osmanlı donanmasını teftiş etmek üzere, İskenderiye'ye bir seyahatte bulunmuş olan Selim, l2 Haziran'da Kahire'ye dönerek burada üç ay kaldıktan sonra l0 Eylül'de Hayırbey'i vali olarak tayin ederek Mısır'dan ayrılır. Böylece, Mısır'a geldiği ilk gün ile ayrılış günü olan 23 Saban 923 (l0 Eylül l5l7)'a kadar 8 ay Mısır'da ikamet etmiş olur. Pâdişah'ın, Mısır'da bu kadar uzun müddet kalması, belki de yeni yerlerin ilhakı içindi. Fakat Mısır'da fazla kalmaktan dolayı usanmış olan "erkân ve a'yan ve ashab-i divan" İstanbul'a dönmek istiyordu. Bunlar, Yavuz'un ulemaya gösterdiği saygıyı da dikkate alarak o dönemde Anadolu Kadıaskeri olan Kemal Paşazâde'ye müracaatla Pâdişah'ı ikna etmesini rica ederler. Bunun üzerine bir gün, gezinti esnasında Pâdişah, etrafta neler konuşuluyor dediği zaman Kemal Paşazâde fırsatı kaçırmamış ve askerin dönme arzusunda oldugunu söyleyerek: "Sultanim, askerlerin Nil'den davarlarını suluyorlardı. O askerlerden birinin su türküyü söylediğini duydum" der ve askerin isteklerini, türkülerle dile getirdiğini açıklayarak, türkünün metnini su sekilde Pâdişah'a arz eder: "Nemiz kaldı bizim mülk-i Arab'da Nice bir dururuz Sam u Haleb'de Cihan halkı kamu ays ü tarabda Gel gel ahi, gidelim Rûm illerine" Efkâr-i umumiyetin görüsüne tercüman olan bu türkü, aslında o anda bizzat Kemal Paşazâde'nin kendi dilinden nakledilmiş sözleriydi. Gerçi hükümdar da bunu anlamakta gecikmemişti. Bu sebeple birkaç gün sonraki bir sohbet esnasında Pâdişah: "Geçen gün söylediğin türkü senin ihtirâın mıydı?" diye sorunca, Kadıasker Kemal Paşazâde çok rahat ve cesûrâne bir sekilde "evet" der. Böyle bir cevab karsisinda belki de hiddetleneceği tahmin edilecek olan Pâdişah, bu itirafa karşılık 500 duka altın ihsan etmekle cevap vermiş olur. Kaynaklarda bu olay su ifadelerle nakledilir. Bir gün yine yolda sohbet ederlerken Pâdişah, Kemâl Paşazâde'ye sorar: Tokat'lı Molla Lütfi hocanız imiş, ilim ve irfanı yüksek değerli bir ilim adamı iken katline sebep ne oldu? Kemâl Paşazâde bu soruya su cevabi verir: " Hased-i akran belâsına uğradı. Tam bir âlim, kâmil, Salih ve dindar bir kişi iken düşmanı çogalib hased ettiler ve katline sebep oldular. Bu duruma üzülen hükümdar, onun sakacı biri oldugunu, zaman zaman öyle sakalar yaparmış ki, işitenler gerçek zannedermiş. Siz de üstâdınız gibi öyle sakalar yapmaz mısınız ki, gerçek zannedilsin? diye sorunca Kemal Paşazâde: "Biz, geçen gün sıramızı savdık, simdi sıra Pâdişahimiz hazretlerinindir." cevabini verince, Yavuz Sudan Selim düşünür ve der ki: "Yoksa geçen gün, yeniçeriler ağzından söylenen o kıta, öyle bir saka mıydı? Yani yeniçeriler ağzından siz mi uydurdunuz?" Bu söz üzerine Kemâl Paşazâde: "Evet, doğrusu, Pâdişahimizin buyurdukları gibidir" der. Pâdişah, hoşuna giden bu açık ve cesurâne sözü karsisinda Kemal Paşazâde'ye yukarıda belirtilen ihsanlarda bulunur. Yavuz Sultan Selim, Mısır'da kaldığı süre içinde mahallî bazı ıslâhatlarda bulundu. Bu meyanda o, Suriye ile Mısır'ın toprak ve vergi islerini bir sisteme bağlayarak düzene sokar. Gerçi Osmanlılar, bir kişim Türk ve İslâm devletlerinden zapt ve ilhak ettikleri devletlerin büyük bir kısmında bazen eski kanunları hiç değiştirmeden ve eski isimleri ile muhafaza ediyorlardı. Bununla beraber, özellikle vergi konusunda halk için bir çeşit zulüm niteliğini taşıyan vergileri "Fena bid'atlar" addederek ortadan kaldırıyorlardı. Memlûk Sultanlığı'nın ortadan kalkması, Osmanlı Devleti 'ne Asya Kıtası'nda Suriye, Filistin ve el-Cezire ile Hicaz'ı, Afrika'da ise Mısır gibi stratejik önemi büyük ve mamur bir bölgeyi kazandırdı. Böylece, Kızıl Deniz'in karşılıklı iki sahiline de sâhip olan Osmanlılar, Hine ve Ak Deniz arasındaki Kızıl Deniz ticaret yoluna hâkim olmuşlardı. Böylece, Arabistan, Haremeyni's-Şerifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habeşistan, Said, Nubye, Magrib'e kadar, Umman sahilinden Fırat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir ve sultanları Yavuz Selim'in emrine girmiş oluyorlardı. Böylece Yavuz Sultan Selim, atalarının kurdukları devlete büyük bir katkıda bulunmuş oluyordu. O, Fâtih Sultan Mehmed tarafindan daha iyi bir sekilde geliştirilen orduyu kullanarak, gerek onun ve gerekse II. Bâyezid'in stratejik ve idarî temellerinden yararlanarak Safevîleri yenmekle de kalmamış, ayni zamanda Müslüman devletlerin önemli bir kısmini da kendine bağlamıştı. Sultan Selim, İstanbul'a hareket etmeden önce idarî bir tedbir olmak üzere Kahire'deki bazı hükümdar oğullarıyla, halife ve akrabalarını, nüfuzlu âlim, şeyh ve beylerden, ileride tehlike arz edebilecek olanları İstanbul'a göndermişti. İstanbul'a gönderilenler arasında Mısır'daki Abbasî Halifesi III. Mütevekkil Alallah ile amcası Halil'in oğulları ve Sultan Kansu Gavri'nin oğlu Mehmed de vardı. Bu arada o, kütüphânelerdeki kıymetli bazı eserler ile mimar ve sanatkârlardan bir kısmini da İstanbul'a göndermişti. Bu nakillerin tamamı, deniz yoluyla yapılmıştı. Selim, bilgili bir kimseden Mısır piramitleri ile Nil hakkında bilgi almıştı ki, bu zata karsı büyük bir saygı besleyip ona ikramlarda bulundu. Daha önce de, biraz temas edildiği gibi, Yavuz Sultan Selim, iyi tahsil görmüş, müsait zamanlarda vaktini okuyup araştırmakla geçiren âlim bir hükümdardı. Kendisi, tasavvufun "vahdet-i vücud" felsefesini beğendiğinden, bu felsefenin Anadolu'da yayılmasını temin eden ve "Şeyh-i Ekber" nâmıyla şöhret kazanmış olan Muhyiddin ibnu'l-Arabi'ye karsı büyük bir hürmeti vardı. Merc-i Dâbık zaferinden sonra Sam'a girdiği vakit, "Şeyh-i Ekber"in kabrini sormuş ve bazıları tarafindan "Şeyh-i Ekfer" (en büyük kâfir) diye tahkir edilen bu büyük zâtin kabrini buldurmuştu. Mısır dönüsünde dört ay kadar Sam'daki ikameti esnasında şeyhin kabrine türbe ve yanına bir de câmi ile her gün fakirlere yemek dağıtmak üzere bir de imâret yapılmasını emretmişti. Bu inşaat öyle sür'atli yapılmalıydı ki, kendisi henüz buradan hareket etmeden önce bitmeliydi. Filhakika, mimarlarla usta ve ameleden bir kısmi, gece çalışmak suretiyle bunları tamamlamışlardı. Yavuz bu câmide ilk Cuma namazını kilmiş ve vakıflarını tertibe ettirerek vaaz ile Kur'an okumaya memur görevliler de tayin etmişti. Sam'dan sonra yoluna devam eden Yavuz Sultan Selim, 22 Safer 924 (5 Mart l5l8) tarihinde Haleb'e gelir. İki ay kadar Haleb'de kalan Selim, iki ayda da İstanbul'a gelir. Merasim ve tantanam karşılamalardan pek hoşlanmadığı anlaşılan Yavuz Sudan Selim, törenle karşılanmamak için, gece gizlice Topkapı Sarayı'na gelir. İstanbul'da on (veya yirmi) gün kadar kalan Yavuz Selim, 27 Receb (4 Ağustos)'de payitahttan ayrılarak Edirne'ye hareket eder. Pâdişah'ın Edirne'ye gelmesinden dokuz gün sonra Şehzâde Süleyman, gelirine 500 bin akça ilave edilmiş oldugu halde babası ile vedalaşarak geldiği Saruhan Sancağı'na tekrar döner. Selim, Edirne'de bulunduğu sırada Venedik, Macar ve İspanya gibi Avrupa devletleriyle muâhedeleri yenilemiştir. Sultan'ın, Avrupa devletlerine karsı sulh siyâseti takib edişi, herhalde yeni bir Iran seferine çıkması ile izah edilebilir
 
  Bugün 166 ziyaretçi (286 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol