TÜRK SİBER SAVUNMA KUVVETLERİ
  I. İran (Irakeyn) Seferi
 
Yavuz Sultan Selim'in vefatı üzerine yeni umutlara kapılan Şah İsmail, Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artırdığı gibi Kanunî'nin tahta çıkısını da tebrik etmemişti. Bununla beraber Osmanlılar'ın Avrupa'daki başarıları ve kendisinin İran'daki meşguliyeti, onu zahirî bir döştük gösterisine itmişti. Şah İsmail'in ölümü ve çocuk yastaki (on bir yaşında) I. Şah Tahmasb'in tahta geçmesi, İran'da karışıklıklara sebebiyet vermiş, bu arada Gilan hükümdarı ve İran'daki Sünnî ulema Osmanlılar'dan yardım istemişti. Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a varıncaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak altında toplamak ve Kızılbaş-Safevî tehlikesinin kökünü kazımaktı. Bu maksatla daha Mohaç seferine çıkmadan önce Doğu'ya bir sefer yapmayı düşünmüştü. Nitekim o, Gilan Hâkimi'ne mektup yollarken, Şah Tahmasb'e da bir "Tehdidnâme" göndererek söyle diyordu: "Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahımıza adam gönderub arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu noksan akılla tamam gururun ve daire-i dalaletten âdem-i udûlun (sapıklık yolundan dönmeyisin) olmağın "insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem" benim dahi an karîb diyar-i sarka teveccüh-i hümayûn ve azimet-i meymunuma mûcib ve bais oldu. Otağ-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve turan vesair vilâyet-i Semerkand ü Horasan Sahralarında kurulmak mukarrer oldu." Avusturyalılarla yapılan antlaşma üzerine Batı'dan nispeten emin olan Kanunî , Doğu ile ciddi bir sekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet meydana gelen iki önemli hâdise, İran'a harbin açılmasına sebep olur. Bunlardan birisi , Bagdad'ı ele geçiren Zülfikar Bey'in, Osmanlılar'a müracaatla şehrin anahtarlarını İstanbul'a göndermesi idi. Bu sıralarda Osmanlılar, Viyana kuşatması ile meşgul olduklarından Tahmasb, yeniden Bagdad'ı ele geçirmişti. Bölgede cereyan eden bu hâdiseler, çağdaş bir araştırmada teferruatlı bir sekilde anlatılır. Bununla beraber biz, fazla teferruata girmeden olayları kısaca vermek istiyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, Kanunî'nin çıkacağı I. Doğu seferinden önce, Bagdad ile Bitlis'te meydana gelen hâdiseler, ilk fırsatta böyle bir seferin yapılmasını gerektiriyordu. Türkmen Musullu oymağına mensuba Nohut Ali Sultan'ın oğlu olan Zülfikar Han, 934 ( l528 ) yılında Kelhur Hâkimi idi. Bu sırada Bagdad Beylerbeyisi olan amcası İbrahim Hân'ın, yanında asker bulundurmadan yaylağa çıkmasını fırsat bilerek l0 Ramazan 934 ( 29 Mayıs l528 ) günü bir baskınla onu öldüren Zülfikar Han, 40 gün kuşattığı Bagdad şehrini öldürdüğü amcasının oğullarının elinden alarak kendisini Bagdad Beylerbeyi ilan etmişti. Tebriz'in böyle bir oldubittiyi tanımayacağını ve kendisini cezalandıracağını kestiren bu Türkmen Beyi, Sünnî şehir halkı ile de anlaşarak Bagdad'ın anahtarlarını Kanunî'ye gönderdiği gibi onun adına Bagdad darphânesinde sikke kestirip hutbe okutmuştu. Böylece buranın Osmanlılar'a bağlılığını ilana başlamıştı. Pâdişah, meşhur Viyana seferi ile uğraştığından, Irak'a yardımcı gönderemedi. Sonradan Şah Tahmasb, bir ordu ile gelerek Bagdad'ı günlerce kuşatmış ve sonunda 3 Şevval 935 (l0 Haziran l529) günü, yine Muslu boyundan Ali Bey'in, Zülfikar Han ile kardeşi Ahmed Bey'i uyurken öldürmesi ile Bagdad kalesini ele geçirir. Böylece, Irak merkezinin kendiliğinden Osmanlılar'a tabi olusuna İstanbul'dan zamanında yardım gelememesi, Pâdişahi manevî bir borç altına sokmuş oldu. İran'a karsı harbin açılmasına sebep olan ikinci hâdise ise Iran beylerinden Ulema Han'ın Osmanlılar'a, Osmanlı ümerâsından olan Bitlis Hâkimi Şeref Han'ın ise Safevîler'e sığınmalarıdır. Esasen, Osmanlılar'ın Teke (Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll "Şah - Kulu isyanı"na katıldıktan sonra Şah İsmail'in yanına kaçarak Safevîler'e iltica edip mansıb alan Ulema Han, Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli bir siyasî mevkie sahipti. Bu sırada, Şah İsmail'in bas veziri bulunan ve kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'ın, İsfahan'ın Kendiman yaylağında Samla Hüseyin Han tarafindan öldürülmesini fırsat bilerek kendisini vezir tayin ettirmek istemişti. Bu maksatla Şah'ın yanına gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düşürdüler. Samla ve öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelilerin ezilmesinden ürken Ulema Han, kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan, Osmanlılar'ın hizmetine gireceğini, Diyarbekir Beylerbeyisi aracılığı ile İstanbul'a bildirir. İstanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocaklı Beyi (IV.) Şeref Bey'in "Ulema'nın aile fertleriyle birlikte Pâdişah dergâhına gönderilmesi "ne gayret etmesi bildirilmişti. Bitlis Hâkimi Şeref Han vâsıtasıyla İstanbul'a gelen Ulema, kendisine delâlet eden Şeref Han aleyhine birtakım sözler sarf ederek, onun Şah'a meyli oldugunu söylemişti. Köszeg muhasarasından önce huzura kabul edilen Ulema Han'a, ocaklık statüsü kaldırılarak Beylerbeyilik haline getirilen Bitlis tevcih olunmuştu. Böyle bir haberi alan Şeref Han, Sünnî olmasına rağmen Bitlis'in Iran toprağı oldugunu ilan etmiş ve Şah Tahmasb'dan Osmanlılar'a karsı yardım istemiştir. O, Osmanlılar'ın, birçok Anadolu hânedanına yaptıkları gibi, kendisini de atalarından kalma topraklarından mahrum edeceklerini sanıyordu. Bunun üzerine Dulkadir ve Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil - Yakup Pasa yardımıyla Bitlis'i kuşatan Ulema, Safevî ordusunun yardıma geldiğini duyunca Diyarbekir'e çekilmiştir. Bu arada Ahlât'ta Şah'a büyük bir ziyafet çeken Şeref Bey, ona ağır armağanlar sunarak, kendisi de murassa kılıç kemeri ve altın sırmalı kaftanla taltif edilir. Tahmasb, 20 Safer 939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek kendisine "Eyâlet penâh" diye hitab eder. Bu davranışı ile Tahmasb, Osmanlılar'a bağlı bir uç beyliğini kendi himayesine almış oluyordu. Bu hâdise, İran'a savaş açılmasına sebep olmuştu. Bu, bir Osmanlı toprak parçasının başka bir devlete geçmesi demekti ki, böyle bir şey, Osmanlı siyasetinin kabul edemeyeceği bir keyfiyetti. İste bunun üzerinedir ki, İran'a karsı bir sefer açmak elzem hâle gelmişti. Almanya'ya bas eğdirilmiş olması, böyle bir sefere imkân veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine bizzat hükümdarın gitmesi icâb ediyordu. Yukarıda belirtilen bu iki önemli hâdise karsisinda Surhser (Kızılbaş) İran'a sefer açmayı düşünen Kanunî, daha l525 Temmuz'unda Şah Tahmasb'e gönderdiği "tehdidnâmesi"nde böyle bir fikri taşıdığını ima ediyor, ancak Batı'daki isleri yüzünden buna imkân bulamıyordu. O, Iran beliyesini ortadan kaldırıp, Sünnî Türkistan'la birleşerek, kendisini arkadan vuran ve Avrupa'daki, yani diyar-i küfürdeki İslâmî ve insanî hamlesini yavaşlatan kösteği kaldırmak arzusunda idi. Gerek dedesi, gerekse babasının zamanında meydana gelen ve Anadolu'yu isyanlarla karıştıran Şiîliğe karsı onun düşünce ve tutumunu gösteren bir gazelini burada zikretmek istiyoruz. Bu gazel, Sultan II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan tarafindan h.l308 (m. l890) yılında İstanbul'da bastırılmış ve dört tertip Türkçe divanından birisi olan 236 Sahifelik" Divan-i Muhibbî", s. l20'de bulunmaktadır. "Allah, Allah diyelüm, Sancak-i Sâhî çekelüm, Yürüyüp her yandan Şark'a sipahî çekelüm, İki yerden kuşanalum yine gayret kuşağın, Bulaşup toz ile toprağa, bu râhi çekelüm. Pâyimal eyleyelüm Kisveri'ni Surhser'ün, Gözüne, sürme deyü dûd-i siyahi çekelüm. Bize farz olmuş iken : olmamız İslâm'a zahîr, Nice bir oturalum, bunca günahı çekelüm, Umarum rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer, Ey Muhibbî, yürüyüp Şark'a sipahî çekelüm. Irakeyn Seferi Sınır bölgelerinde cereyan eden bu hâdiseler üzerine zaten İran'a sefer açmaya kararlı olan Kanunî, hem Osmanlı Pâdişah'ı hem de İslâm Halifesi adına hutbe okunan ve kale anahtarları da gönderilmiş bulunan Bagdad'ı "Kızılbaş zulmünden" kurtarmak ve Irak'ı almak üzere harp hazırlıklarını başlatmıştı. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim l533) tarihinde Vezir-i Azam Damam İbrahim Paşa'yı önden gönderir. İbrahim Pasa, Kasım ayı sonlarına doğru Konya'ya varmak üzereyken Ulema Han (Pasa)'nın Bitlis'e girdiği ve IV. Şeref Han'ın basının kesildiği haberi gelir. Zira bu sırada Ulema Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil Yakup Pasa birlikte, Şeref Han'ın Hizan'ı kuşattığı sırada ikinci defa onun üstüne yürüyerek maglub etmişlerdi. Bunun üzerine Şeref Han'ın oğlu III. Şemseddin, basına topladığı kuvvetlerle mukabele ettiyse de karsı duramayacağını anladığından İbrahim Paşa'ya müracaat eder. Bunun üzerine İbrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklık hâline getirip Şeref Han'ın oğlu III. Şemseddin'e verir. Böyle siyasî bir manevrada bulunmakla İbrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemiş oluyordu. Zira bu bölgede Şeref Hanların nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlılar'ın Bitlis Valisi olarak l574'e kadar 4l yıl idarede bulunmuştu. 27 Aralık l533'te Haleb'e gelen İbrahim Pasa, burada kışlamıştı. Kisin Van taraflarında bulunan Ulema Han "istimâlet" tarikiyle Ahlât, Adilcevaz, Erciş ve Van'ı Osmanlılar'a itaat ettirmişti. Bütün bu faaliyetleri haber alan Şah Tahmasb da harb hazırlıklarına baslar. Bu esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp orayı ele geçirmek isteyen İbrahim Pasa, daha sonra Ulema'nın tesiriyle Tebriz üzerine yürümeyi kararlaştırır. Bunun için Birecik üzerinden Fırat geçilerek l4 Mayıs l534'te Diyarbekir'e varılır. Burada bir müddet kalınarak yeni siyasî teşebbüslere girişilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen İbrahim Pasa, Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'ın ordusu Sa'dabad civarında konakladığı zaman, Tebriz halkının ileri gelenleri, Safevî pâyitahtının bağlılığını arz ederler. Böylece İbrahim Pasa, l Muharrem 94l (l3 Temmuz l534)'ta savaşmaksızın Tebriz'i ele geçirir. Pasa, burada müstahkem bir ordugâh inşa ettirerek buraya l000 kişilik bir kuvvet koyar. Şehre bir kadı tayin eder. Böylece her türlü yağma ve kanunsuz hareketleri yasaklayıp önlemiş olur. O, kimseyi incitmemeye ve halkı memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. İbrahim Paşa'nın bu şekildeki hareketi kısa zamanda meyvesini verip tesirini gösterecekti. Bununla beraber daha önce Şah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtına karsı İbrahim Pasa tarafindan acele yetişmesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce 940 (23 Haziran l534)'ta Üsküdar'dan hareketle Iran sınırlarına doğru yola çıkar. İbrahim Paşa'nın bu isteğine Şah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtının sebep olabileceği endişesi ile birlikte asker arasında meydana gelen huzursuzluk ta vardı. Nitekim Peçesi'nin ifadesine göre düşman topraklarına girildiği zaman "asker içine gûna gûn fısıltılar düşüp Şah'a Şah gerek imiş, mahalle-i zarûrette askere penâh gerek imiş, Şah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i İslâm'ın hali ne olur deyü bir havf ve haşyet (korku) târı oldu. Tedbir Sahibi vezir bu hâle vâkıf oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i Pâdişahî'ye yazar" İznik, Kütahya, Akşehir ve Konya'dan geçilir. Pâdişah, Konya'da bulunduğu sırada Van ile birlikte elde edilen diğer şehirlerin anahtarları gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdişah, Allah'a hamd ve senâ ile büyük sair ve mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rûmî'nin türbesini ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada Kur'an-i Kerim tilâveti ve Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra, dervişlerin kudûm ve ney sesleri arasında semâa başlamaları onu pek memnun etmişti. Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün şehir halkı tarafindan tezahüratla karşılanmıştı. Ertesi gün Pâdişah'la seraskerinin orduları Ucan'da birleştiler. 29 Eylül'de Pâdişah tarafindan büyük bir divan toplanarak bunda seraskere, Beylerbeyilerine, ağalara, Defterdar İskender Çelebi'ye, Nisancı Şeydi Bey'e ve Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye teşrif hilkatleri giydirildi. Ordunun değişik sınıfları da durumlarına göre ihsanlara kavuştular. Ordu, Sultaniye'ye doğru yoluna devam eder. Buraya gelindiği zaman, Şah Tahmasb'in memleketinin içlerine doğru geri çekildiği öğrenilir. Bu esnada, daha önce Şah tarafında bulunan bazı beylerin Osmanlı bayrağı altına koştukları görülür. Dulkadir Hânedanından Mehmed Bey, Şah ruh Bey'in oğlu ve İran'ın beş taninmiş şahsiyeti burada zikredilebilir. Gerçekten, Şah Tahmasb, Osmanlı ordusunun önüne çıkmaktan çekindiği için yıpratma taktiklerini kullanıyordu. Bu maksatla Osmanlı ordusunun geçeceği yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanlı ordusu da halkı göçürülmüş, issiz ve haram bir arazide çok güç şartlar altında Sultaniye'ye gelebilmişti. Havaların soğuması, kar yağısının başlaması ve erzak darlığının bas göstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi kararı alınmıştı. Zira bu tabiat şartlarına göre güneye inmek ve orada kışlamak gerekiyordu. Bu sebeple Hemedan'a teveccüh edildi. Bin bir zorlukla yapılan bu yürüyüş, dünya tarihinde esine ender rastlanan bir vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmuş, toplar ise yağmurdan büyük zarar görmüşlerdi. Bu arada yollarda birçok eşya kayıp ve zayi' oldu. bazı toplar da nakledilme imkansızlığı sebebiyle yolda bırakılıp toprağa gömüldü. Bu isler, serasker kethüdası olarak, Başdefterdâr İskender Çelebi'yi alakadar ediyordu. Başdefterdârla Serasker olan İbrahim Pasa arasında bir anlaşmazlık vardı. Bu intizamsızlığa ve yollardaki telefata çok kızan Pâdişah'a, isin sorumlusu olarak İskender Çelebi gösterildi. Bunun üzerine Başdefterdar azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alınır. Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine varır. Bagdad önlerine varıldığında kale muhafızı Tekeli Mehmed Han'ın maiyetindeki askeri alıp şehri terk ettiği görülür. Aslen Tekeli olan Mehmed Han, Şiraz'a kaçtığı için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l Camaziyelevvel 94l (28 Kasım l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da Pâdişah şehre girerek dört ay kadar burada kalır. Böylece Bagdad, Osmanlı ülkesine ilhak edilmiş olur. Kanunî Sultan Süleyman, bütün bu başarılarından dolayı İbrahim Paşa'yı ihsanlara boğar. diğer devlet erkânına da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise nisancılık mevkiine terfi ettirilir. Böylece Batı'da "Dâru'l-cihad" adi ile anılan Belgrad'a karşılık, Doğu'da da "Dâru's-selâm" denilen Bagdad, Osmanlı ülkesine katilmiş olur. Birçok evliya türbesini koynunda bulundurduğu için "Burç-i evliyâ", Abbasî halifelerinin başkenti oldugundan "Dâru'l-hilâfe", kapıları dış kapılarla örtülü oldugundan da "Zevrâ" isimleriyle anılıyordu. Kanunî, Bagdad'da bulunduğu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret ile inşa ve tamir ettirmişti. Bu arada, İmam Azam Ebû Hanife Numan b. Sâbit'in, Gulat-i Şiâ tarafindan yağmalanan kabrini buldurup ziyâret ederek burayı temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi yapılmasını emreder. Sonra İmam Musa Kâzım'ın ve diğer İslâm büyüklerinin türbelerini de ziyâret eder.Böylece hem Sünnî, hem de Şiîleri memnun eder. Bundan başka, Şeyh Abdülkadir Geylanî'nin kabri üzerinde bir türbe yaptırdığı gibi, yanına da bir imâret yaptırır. Asil hedefinin Kanunî değil, Ulema oldugunu söyleyen Şah Tahmasb, bu arada Tebriz üzerine hareket ile Ulema'yı takibe başlamış ve onun Van kalesine kapanması üzerine de burayı muhasara etmişti. Bu hadisleri haber alan Kanunî, 3l Mart l535'te Bagdad'dan ayrılarak 30 Haziran'da Tebriz'e varır. O sırada Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin alınması üzerine Derguzin'e kadar gelen Kanunî Sultan Süleyman, Tahmasb'in izine rastlamayınca ordu tekrar Tebriz'e döner. Kanunî daha sonra Tebriz'den Ahlât'a, oradan da Diyarbekir'e gelir. Osmanlı ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, boşaltılan yerleri alarak tekrar Ulema'nın üzerine yürür. Van'ı ele geçiren Tahmasb, oradan Tebriz'e döner. Osmanlı ordusu ise 8 Ocak l536'da İstanbul'a ulaşır. Irak-i Aran ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle "Irakeyn Seferi" olarak anılan bu harekâtın, Osmanlılar bakımından gözle görülür faydası, Bagdad ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmuş olunmasıdır. Bu sefer sonucu, Osmanlıların karsısına çıkamayan Safevîler'in tamamen ortadan kaldırılamayacağı anlaşıldığından, bundan sonraki Osmanlı seferlerinin asil gâyesi, Safevîleri belirli bir sinir bölgesinin dışında tutmak olmuştu. Askerî nokta-i nazardan ve Ceziretu'l-Arab'in elde bulunması için elzemdi. Böylece Osmanlı Halifeleri, Haremeyn-i Şerifeyn, Sam ve Bagdad'a sâhip olmakla Emevi ve Abbasî hilâfetlerinin taht şehirlerini de memleketlerine katmış oluyorlardı. Bu sefer sonrasında büyük bir san ve şöhret kazanmış olan Vezir-i Azam İbrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakeyn seferi sırasında yaptığı hatalar, gurura kapılıp kendisine verilen yetkileri sinirsiz bir sekilde kullanması ve Defterdar İskender Çelebi'nin öldürülmesinde rol oynaması gibi sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdiği vezirini devletin selâmeti için gözden çıkarmasına yol açmıştı. Pâdişah, Bagdad'da bulunduğu dört ay içinde bütün bölgenin kadastrosu mâhiyetinde tahririni yaptırarak, tımar ve zeâmet sistemini buraya da teşmil ettirir. Bu arada kadılar nasb ettirerek adâlet ve doğruluk prensibine bağlı bir adlî sistem geliştirir. Bu arada Basra Emîri Rasih itaatini arz ettiğinden buraya dokunulmadı. Keza o, dinî âbide ve türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e dahi giderek buraları da ziyaret eder.
 
  Bugün 126 ziyaretçi (225 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol