Osmanlı devletinin duraklama devresinin başlangıcında yapılan bu önemli savaşta, Osmanlı ordusunun Başkomutanı Padişah III. Murad’ın oğlu III. Mehmet idi.
III. Murad’ın padişahlığı devrinde devlet sınırları zirveye erişmişti ki, 20 milyon kilometrekare idi. Duraklamanın ilk belirtileri de bu devirde başlamıştı. Bu arada Osmanlı Devleti’nin koruması altında bulunan Lehistan Krallığı, Fas İmparatorluğu gibi bazı ülkelerin, himayede kalmasına imkân kalmamıştı. III. Murad’ın padişahlığı sırasında Almanlara karşı başlatılan savaş; iyi sonuçlara ulaşmamış, uzayıp gitmişti. Böylece Osmanlı Devleti’nin YÜKSELME DEVRİ ve bu devrin son Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın 1579’da şehit edilerek ortadan kaldırılmasıyla son bulmuş, DURAKLAMA devri başlamıştı. Bu devirde memleketin genel bünyesinde bir zayıflama görülüyordu. Ülkenin yönetiminde askerî ve mülkî idarede disiplin ve düzen kalmamış, gasp, rüşvet, zulüm, kibir her tarafta boy göstermeye başlamış, bilhassa devlet idaresi ve otorite iyice zayıflamıştı.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde, disiplin, mükemmel eğitim ve öğretimle büyük güç haline getirilen yeniçeri ocağı, bu devirde artık ciddiyetini tamamen kaybetmiş bulunuyordu. Yeniçeriler ve bilhassa sipahiler, ayaklanmaları bir adet haline getirmişler, her seferinde ya sadrazam başı karşılığı veya yeniçeri ağasının değiştirilmesi ile bu ayaklanmalar önlenir hale gelmişti. Memlekette malî güçlükler başlamış, para değerini kaybetmiş, bu yüzden de yeniçerilerin ulufeleri, maaşları artırılmış bu suretle de ulufe sahipleriyle esnaf arasında sonu gelmeyen kavgalar başlamıştı. Aralıksız yolsuzluklar baş göstermiş, sık sık sadrazam değiştirmelerle bu işe çare aranmış, fakat ne yazık ki gelen gideni aratmış, bir daha mülkî düzen ve orduda disipline sahip olunamamıştı. İçerdeki acı durumlar dış siyaseti de etkilemiş, artık her ülke Osmanlı Devleti’ne kafa tutma cesaretini kendilerinde bulmaya başlamışlardı. Yine bu devrede İran Safevi İmparatorluğu’yla süregelen savaşlar da; serdar-ı ekremi sık sık değiştirerek sonuca yaramıyordu. Ancak başlamasından 12 yıl sonra İranlılarla bir barış yapılabilmişti. Duraklama devrinin başlamasına sebep olan bu olaylar sırasında ve bu şartlar arasında Eğri-Haçova savaşına başlamak mecburiyeti meydana gelmişti. Bu çok büyük öneme haiz savaş ve kazanılan zafer, Osmanlı Devleti’nin tekrar Avrupa’da kalmasına ve yaşamasına yaramıştır.
Eğri Kalesi ve Haçova meydan muharebesinin sebepleri:
Her savaş; devletler siyasetinin bir aracı ve onun tabii bir sonucudur. Bu bakımdan bir savaşın gerçek sebebini siyasî durumlarda aramak doğru olur. Bu siyaset; Osmanlıların Rumeli’ne geçmesiyle başlamış, zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Osmanlıların Avrupa’da kalmak ve yayılma istemeleri (Batı siyaseti gütmeleri) Avrupa devletlerinin de Osmanlıları Avrupa’dan çıkarmak istemeleri (karşı siyasetleri) bu kabil savaşların sebebi olmuştur.
Eğri Kalesi’nin kuşatılması ve ele geçirilmesiyle, Haçova meydan savaşı da Avrupa devletleriyle Osmanlı Devleti arasında yapılmış bütün savaşlar gibi Osmanlı-Avrupalı düşmanlığının tabii bir sonucudur. Bilhassa bu son günlerde Osmanlılar tarafından Eğri Kalesi’nin ele geçirilmesi, Avrupa devletlerinin de bu kaleyi tekrar geri istemeleri Haçova meydan muharebesini doğurmuştur. Bu savaşta yatan tek siyaset evvelkilerde olduğu gibi Osmanlıları Avrupa kıtasından atmak idealidir.
Duraklama devrinde; daha ziyade Osmanlı-Avusturya siyaseti ön plandadır. Osmanlı Devleti’nin batıda genişleme siyasetlerinin başlıca hedefi Avusturya idi. Gerileme devrinde ise; Rusya da Avusturya derecesinde, belki de daha önemli bir yer kazanmış bulunuyordu. Bunların yanında Eflak-Buğdan, Transilvanya, Lehistan varsa da, bunlar bu siyasette başlı başına bir yer alamamışlardı. Çünkü zayıftılar.
OSMANLI DEVLETİ’NİN HARP HAZIRLIĞI:
Eflak Voyvodası’nın yola getirilmesi için Sadrazam Sinan Paşa’nın komutasındaki orduların, beklenen başarıyı vermemesi, oğlu Mehmet Paşa’nın Avusturyalılarla yaptığı savaşlarda bir üstünlük sağlayamaması sonunda ESTERGON ve GRAN kalelerimiz elimizden çıktı.
Bu güne kadar kazanılan büyük zaferlerin yanında, şimdiki başarısızlıklar, Sadrazam Sinan Paşa ile zamanın tarihçilerinden Hoca Sadeddin Efendi’nin canlarını çok sıkıyordu. Buna son vermenin zamanı gelmiş de geçmişti bile.
Bu iki zat beraberce Padişah III. Mehmet’in huzuruna çıkarak ona düşüncelerini açtılar, Padişah’ı teşvik ettiler, hatta ona yalvardılar. Nihayet zamanın padişahı kendisinin başkomutanlığını yapacağı Osmanlı ordusuyla bir savaşa çıkmaya karar verdi. Bu meyanda Sultan’a Sadrazam Koca Sinan Paşa; yapılacak savaşın önemini ve yararını anlattı. Bütün siyasî sebepleri sıralayarak böyle bir savaşa çıkılmasının lüzumunu Padişah’a inandırdı. Diğer taraftan Hoca Sadeddin Efendi’nin inandırıcı telkinleri, öğütleri, II. Mehmet üzerinde etkili oldu. Dedesi II. Selim ve babası III. Murad bir türlü ordularının başında savaşa çıkmamışlardı. III. Mehmet olarak ordusunun başına geçecek, dedeleri gibi savaşa çıkacak ve düşmanlarından öç alacak, Osmanlıların hâlâ ayakta ve dipdiri olduklarını gösterecekti.
Harbe karar verildi. Derhal hazırlıklara başlandı. Bunun için de bütün vilayetlere emirler ulaştırıldı. Önce Belgrad’da cephane temin edilecek, depolarda toplanacaktı. Cepheye gidecek yollar üzerindeki köprüler onarılacak, yollar temizlenecek, bütün bu güzergâh üzerinde iaşe ve cephane dağıtım noktaları kurulacaktı. Bunun için Cerrah Mehmet Paşa’ya 150.000 altın verildi ve beraberindekilerle Belgrat’a gönderildi. Aynı zamanda bu savaşa katılması ve Osmanlı ordusuna yardım etmesi için Kırım Tatar Hanı’na haber gönderildi. Bütün ülkede birlik ve beraberlik halinde büyük bir gayret gösterilerek savaşa hazırlanılıyordu. Bu sırada Sadrazam Koca Sinan Paşa öldü. Yerine sadarete İbrahim Paşa getirildi. İbrahim Paşa’nın hummalı çalışmaları sonucu savaş hazırlıkları başarılı oluyordu. Belgrat’a gönderilen Cerrah Mehmet Paşa ile Cafer paşanın gayretleriyle bütün köprülerin onarıldığı, yolların temizlendiği haberi de İstanbul’a gelmişti. Ayrıca Belgrad’da 5000 gemi satın alınmış, ordunun emrine hazırlanmıştı. Bu sırada ordugâhlar için çadırlar gözden geçirilmiş, son eksikler tamamlanmıştı. Askerlere cephaneleri dağıtılmış, silahları verilmiş, memlekette topyekûn hazırlıkların tamamlandığına kanaat getirilmişti. 1596 tarihinde Padişah’ın başkomutanlığında Osmanlı ordusu İstanbul kapılarından çıkarak düşmana doğru yürüyüşe geçirildi. İlk yürüyüş hedefi Edirne idi. Yol boyunca orduya katılmalar oluyor, ordunun sayısı gün geçtikçe çoğalıyordu. 12 günlük bir yürüyüş sonrası Edirne’ye varıldı. Ordu burada 6 gün kaldı.
Ordu, Padişah tarafından yeniden gözden geçirildi, görülen eksikler tamamlandı. Bu esnada ordudan ayrılan bazı kuvvetler daha evvelden Belgrat’a gönderildi. Ordu için son yığınak yeri olarak KRENÇOVA seçildi.
Bütün kuvvetlerin burada toplanması emredildi. Ve hemen yürüyüşe geçildi, Kısa bir süre sonra Filibe’ye gelindi. 4 gün de burada istirahat edildi. Tekrar yürüyüşe devam edilerek Belgrat’a gelindi. Ordu Belgrat’a gelinceye kadar birçok kuvvetler orduya katılmış ordunun sayısı daha da çoğalmıştı. Bu yürüyüş tam elli gün sürmüştü. Sava Nehri geçilerek SALANKA yönüne dönüldü. Burada Padişah’ın başkanlığında bütün komutanlar, vezirler toplanarak bir harp divanı kuruldu. Genel durum gözden geçirildi. Düşman hakkında edinilen bilgiler dinlenildi. Birçok komutanlar ve vezirler fikirlerini söyledi. Sonuç olarak öncelikle savaş hedefinin belirlenmesine karar verildi. Yapılan durum tartışmaları sonucu hedef seçiminde anlaşmazlıklar meydana geldi. Çünkü Sadrazam, KOMORN kalelerinin alınmasını hedef gösterdi. Gerekçe olarak ülke sınırlarının emniyette bulunacağını belirtiyordu. Fakat diğer komutan ve vezirlerden bazıları; Padişah’ın başkomutanlığını yaptığı Osmanlı ordusunun böyle küçük ve önemsiz kalelere saldırmasının uygun olmayacağını öne sürdüler. Asıl savaş hedefinin, civarında çok zengin madenlerin bulunduğu bilinen EĞRİ Kalesi’nin kuşatılmasına ve ele geçirilmesine karar verildi. Harekete geçildi. Ordu SEGEDİN düzlüğüne geldiği sırada, düşman kuvvetlerinin de Osmanlılara ait Hatvan Kalesi’ni kuşattığı öğrenildi. Vezirlerden Sinan Paşa’nın komuta ettiği 10.000 kadar bir kuvvet bu yöne gönderildi ve kaleyi kurtarması istendi. Kısa bir süre sonra düşmanın kendiliğinden kuşatmayı kaldırdığı öğrenildi ve Sinan Paşa geriye çağrıldı. Bu sıralarda Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa, kuvvetleriyle orduya katılmış bulunuyordu. Rumeli askeri, disiplin ve eğitim bakımından mükemmel ve üstün bir seviyede bulunuyordu. Bu askerin silahları da mükemmeldi ve yanlarında o zamana kadar modern sayılacak toplar da getirilmişti. Rumeli askerleri orduya üstün moral de getirmişti. Hep birlikte yürüyüşe devam edildi. Yürüyüş esnasında Kırım Hanı Gazi Giray’ın kardeşi beraberindeki Tatar süvarileriyle orduya katıldı. Cafer Paşa ile Hızır Paşalar özel görevleriyle Eğri Kalesi’ni kuşatmak üzere daha evvelden ileri gönderilmiş bulunuyordu. Nihayet Osmanlı ordusu da Eğri ovasına gelmiş ve ordugâha geçmişti.
Eğri Kalesi çok dayanıklı ve çok iyi korunuyordu. Daha evvel de Kanunî Sultan Süleyman bu kaleyi 45 gün süreyle muhasara etmiş, fakat kale alınamamıştı. Eğri Kalesi mükemmel savunuluyordu. Dört bir tarafına sayısız mazgallar açılmış, her mazgaldan ateş yağdırılıyordu. Kalenin doğu yönü madenlerle dolu sert kayalardan oluşan bir dağa dayatılmış, diğer yönleri de hendeklerle engellenmişti. Kale aynı zamanda yüksek bir tepe üzerinde üç yanı kesme kayalara çok dayanıklı oturtulmuştu.
Kale duvarlarının içleri kayalarla doldurulmuş, top mermileriyle delinmesi zorlaştırılmıştı. Kalenin dağ kesiminden düşürülmesi için lağım ve tünel kazılmasına da imkân verilmemişti. Ayrıca bu büyük kale içinde daha da kuvvetli inşa edilmiş bir iç kale daha vardı. Dış kale duvarları aşılırsa ve içeri girme başarısı gösterilse bile son savunma bu iç kaleden yapılacak, belki de düşmanın püskürtülmesine yarayacak, dış kalenin tekrar ele geçirilmesi mümkün olacaktı. Eğri Kalesi’nin biri Avusturyalı, diğeri Macar iki komutanı vardı.
Osmanlı ordusu kaleyi çepeçevre kuşattı. (21 Eylül 1596) Buna göre savaş düzeni de alındı. Savaşa başlanmadan III. Mehmet kale komutanlarına bir yakını ile mektup gönderdi. Bu mektupta;
"Ya İslam dini üzere isteklerimizi kabul edersiniz, dost yaşarız. Ya da teslim olur, canınızı bağışlarız. Eğer bunları kabul etmeyip direnirseniz, hepinizi kılıçtan geçireceğimi bilesiniz" deniliyordu. Fakat kale komutanları, mektubu getiren elçiyi casuslukla suçlayarak yakaladılar ve zindana attılar. Bu durum karşısında saldırılar başladı. Bu kuşatmada Sadrazam İbrahim Paşa kuvvetleri 7 kadar topla Varoş kapısından. Cerrah Mehmet Paşa kuvvetleri 4 balyemez topuyla iç kale karşısındaki büyük kilise önünden, yeniçeri ağası kuvvetleri 3 topla ovaya bakan kale kapısı önünden saldırıya geçtiler. Bu sırada Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa kalenin gerisinde yer yer siperler kazdırarak kuvvetlerini buraya yerleştirip saldırılardan koruma altına aldı. Ayrıca Sinan Paşa, Şam’dan gelip orduya katılan kuvvetlerle saldıran kuvvetlerin gerisinde muhtemel bir tehlikeye karşı emniyet düşüncesiyle tertip aldılar.
Savaş bütün şiddetiyle başladı. Önce kale etrafında lağımlar patlatıldı. Bir yandan da tüneller kazılmaya başlandı. Her taraftan kaleye hücuma geçildi. Bu saldırılara 6 gün devam edildi. Düşman inatla savunmayı sürdürüyordu. Bu sırada Anadolu Beylerbeyi Anadolu askeriyle, Halep Beylerbeyi Çerkeş Mahmut Paşa da yeni kuvvetlerle orduya katıldılar. Osmanlı ordusu bir kat daha kuvvetlendi. Osmanlı birlikleri durmaksızın kaleye saldırıyorlar, bir yandan da çabuk ateş eden toplar ara vermeden kaleye mermiler yağdırıyordu. Kalenin birçok yerinde gedikler açılmıştı. Kalenin bazı yerleri yumuşak taşla yapılmış olduğundan isabet eden duvara çakılıp kalıyordu. Ayrıca lağım kazmalara başlandı. Lağımlar patlıyor, kale zorlanıyordu. 7. gün Osmanlıların başarıya ulaşamamaları düşmanı cesaretlendirdi.
Bir fırsatını bulup kaleden çıkarak Osmanlı kuvvetleri üzerine karşı taarruza geçtiler. Ama bu taarruzları çok başarısız oldu. Çok da kayıp verdiler. Kaçarcasına kalelerine döndüler. Kuşatmanın 8. günü kale etrafındaki hendekler dolduruldu. 9 ve 10. günler kaleye çok yaklaşıldı. Kazılan siperlere girildi. 11. günü 3 defa arka arkaya lağımlar patlatılarak bütün cephelerden aynı zamanda öldüresiye saldırıya geçildi. Ve bu gün kaleye girildi. Düşman kuvvetleri, Osmanlı kuvvetlerinin üstün cesaret ve kahramanca saldırılarına dayanamadılar. Kaleyi Osmanlılara bırakarak iç kaleye çekildiler. Bu savaşta taraflar çok kayıp verdiler. Düşman ölüleri toplamakla bitmiyordu. Osmanlılardan şehit olanlar da vardı. Fakat 5 gün aralıksız yağmur yağdığından ciddi bir saldırıya geçilemedi. Yağmur dinmemiş devam ediyordu. Kuşatmanın 18. günü yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, saldırıya imkân bulunamıyordu. Nihayet kuşatmanın başladığının 21. günü iç kale de dehşetli bir topçu ateşi ve etrafında patlatılan lağımlarla içinde barınılamaz hale sokulmuştu. Bu kale üzerinde de birçok gedikler açıldı, lağımlar patlatıldı. Düşmanda da dayanma gücü kalmamıştı. Dehşet ve korku içinde bulunuyorlar ve artık savunmalarında başarılı olamıyorlardı. Canlarını kurtarmaktan başka çareleri kalmamıştı. Osmanlı Padişahı III. Mehmet’e aman dileyerek teslim olma teklifinde bulundular. Bu sırada Osmanlı kuvvetleri her iki taraftan kaleye girmeye başlamışlardı. (12 Eylül 1596) Bu büyük düşman kalesi de Osmanlıların eline geçmiş ve artık Osmanlı sancağı kalenin en yüksek burcu üzerinde dalgalanmaya başlamıştı. Bu sırada düşmandan alman esirlerden birinin verdiği habere göre; Arşidük Maksimilyen ve Sigismund’un ordularıyla Eğri Kalesi’ni kurtarmaya geldikleri öğrenildi. Bunun üzerine saldıran ordunun gerisinde daha kuvvetli emniyet tedbirleri alındı. Kaleye yerleşen kuvvetler hemen kalenin son durumunu incelemeye başlamışlardı. Gedikler onarılıyor onarılıyor, kale eski kudretli durumuna sokuluyordu. Kuşatmanın 22. günü III. Mehmet, Osmanlı sancağının altında kuleden bütün kale içini ve civarını inceledi. Ellerini açarak dua etti. Kuşatmanın 23. günü kale dışındaki bütün toplar da kaleye sokuldu ve uygun yerlere tabya edildi. Ateşe hazır bir hale sokuldu. Kale dışındaki siperler yeniden düzenlendi ve kuvvetlendirildi. Varoştaki büyük kilise cami haline sokuldu. Ve o gün cuma olduğu için cuma namazı Padişah’la beraber kılındı.
HAÇOVA MEYDAN MUHAREBESİ VE ZAFERİ (22 Ekim 1596)
Osmanlı ordusu EĞRİ Kalesi’ni ele geçirdiği için ülkede ve kalede zafer şenlikleri yaptığı sırada, Arşidük MAKSİMİLİYEN; Lehistan, İspanya ve Papa’dan yardım istemiş, 100.000’den fazla piyade ve süvariden oluşan bir ordu kurmuş, edindiği 150 kadar topu da yanma alarak Eğri Kalesi’ni Osmanlıların elinden almak için TOKAY Kalesi civarına gelmiş, burada ordugâh kurarak yerleştirmişti. Bu haber alınır alınmaz. Sadrazam İbrahim Paşa düşman ordusu içine casuslar göndermiş, düşman içine sızan casuslardan edindiği bilgileri Padişah’a duyurmuştu. Padişah III. Mehmet ilk iş olarak, Cafer Paşa emrine 15.000 kadar bir kuvvet ve 30 kadar top vererek düşmanı karşılamak üzere göndermişti.
Düşman ordusu Başkomutanı İmparator Maksimiliyen, ordunun emir komutasını kardeşi MANYAS’a bırakmıştı. Manyas ilk iş olarak, Erdel (Macaristan) Kralı Sigismund’la anlaşmış ve bir ittifakı başlatmıştı. Birlikte Osmanlılara karşı bir savaş açmaya karar vermişlerdi. Genel maksatları da EĞRİ Kalesi’ni Osmanlıların elinden kurtarmaktı.
Yağmur devamlı yağıyordu. Cafer Paşa kuvvetleri yürüyüşüne devam ediyor, bir yandan soğuk, hareketleri güçleştiriyordu. Düşman içine sızdırılan casuslardan alınan haberlere göre; düşman da Eğri genel yönünde yürüyüşe geçirilmişti. Kalabalık olduğu da öğrenilmişti. Cafer Paşa, elindeki bu az kuvvetle kendisinden çok üstün sayıda olduğunu öğrendiği düşmana karşı koymanın mümkün olmayacağını anlamış, edindiği bilgileri Padişah’a iletmiştir. Bunun üzerine Padişah da Rumeli Beylerbeyi Veli Paşa’yı bir bölüm kuvvet ve yine 30 kadar topla yardımcı kuvvet olarak gönderdi. Cafer Paşa yeni aldığı bu kuvvetleri kendi kuvvetlerine katarak, düşmana doğru emniyet tertiplerini de artırarak yürüyüşe geçti. Bu gün öğleye doğru Tatar süvarilerinin ele geçirdiği Macar esirlerinden alınan bilgilere göre; düşman kuvvetlerinin TOKAY Kalesi bölgesinden EĞRİ Kalesi genel yönünde yürüyüşe geçtiği ve maksatlarının Osmanlı ordusunu yok etmek için kati sonuçlu bir savaş kararı verdikleri öğrenildi. Düşmanın hakiki durumunu meydana çıkarmak için ileriye kuvvetli bir keşif kolu çıkarıldı. Yürüyüşe devam edildi. Bir süre sonra düşman ordularının öncüleriyle temasa geçildi. Düşmanın büyük kuvvetlerle ilerlediği öğrenilmişti. Bu edinilen bilgiler üzerine Cafer Paşa, kuvvetlerini savaş düzenine geçirdi. Toplarının da bir kısmını önlerine çıkan suyun ilerisine çıkardı, bir bölümünü suyun gerisinde bıraktı. Savaş tertibini tamamladı ve düşmanı beklemeye başladı. Biraz sonra düşmanın büyük bir kısmı da görüldü. Düşman bütün kuvvetlerini savaş durumuna geçirmiş, bütün ovaya yayılmıştı. Umulduğundan da üstün olduğu görülüyordu. Bu durum karşısında Cafer Paşa, bu düşmana karşı koyup koymamada tereddüde düştü.
Düşman kuvvetleri komutanlığı, karşılaştığı Osmanlı kuvvetlerinin asıl kuvvetleri olmadığını, ancak bir parçası olabileceğini ve asıl kuvvetlerin daha gerilerde olabileceğini düşünüyordu. Bu düşünce ile önce bir keşif taarruzu yapmaya karar verdi ve yaptı. Yapılan çatışmada ellerine geçirdikleri birkaç esiri sorguya çektiler. Esirler, savaşan Osmanlı ordusu olduğunu, başkaca bir kuvvet bulunmadığını söylediler ve düşmanı buna inandırdılar. Düşman kuvvetleri şiddetli taarruza geçtiler. Cafer Paşa kuvvetleri ellerinden geldiğince karşı koydu. Bataklık bölgesinden de faydalanarak düşman taarruzunu durdurmaya çalıştılar. Canlarını dişlerine takarak akşam karanlığına kadar dayandılar. Akşam, etraf zifiri karanlığa gömülünce savaş da durdu.
Düşmanın çok üstün sayısı ve yine topçu üstünlüğü karşısında daha fazla dayanamayacağına kanaat getiren Cafer Paşa gecenin karanlığından faydalanarak düzenli bir şekilde çekilmeye başladı. Bu çekilme 3 gün sürdü. Yalnız düşmandan kopmadan ve teması devam ettirerek çekildi. Düşman, Cafer Paşa kuvvetlerini amansız takip ederek peşlerini bırakmamıştı. Bu hal devam ederse, Osmanlı ordusunun genel durumuna müessir olur düşüncesiyle Padişah III. Mehmet ileriye Mahmut Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’yı, çekilmenin korunması için bir kuvvet çıkardı. Bu hareket faydalı oldu. Cafer Paşa kuvvetlerinin çekilmesi kolaylaştı ve Paşa, kuvvetleriyle bir noktada tutunmaya muvaffak oldu. Savaş bu şekilde devam ederken Padişah komutanlığında askerî divan toplandı. Vezirler, Komutanlar, otağı hümayunda (padişah çadırında) bir araya geldiler. Genel durumu gözden geçirdiler. Şimdiye kadar elde edilen bilgiler değerlendirildi. Vezir ve komutanların fikirleri soruldu.
Bazı vezir veya komutanlar, savaştan vazgeçilmesini, alman yerlerin bırakılarak çekilmesini ileri sürdüler. Fakat Padişah’ın daima yanında bulunan onun akıl hocası Hoca Sadeddin Efendi, saygıdeğerliğine güvenerek söze karıştı.
Din ile savaşın kutsiyetinden söze başlamak, düşman ne kadar kuvvetli olursa olsun, karşısında dayanmak lazım geldiğini, eğer çekinilecek olursa düşmanın moralinin yükseleceğini, Osmanlı ordusunun bozulacağım ve bunun ne demek olduğunu anlattı. Geride Eğri Kalesi’nin bulunduğunu, savunmaya elverişli olduğunu, kalenin bulunduğu sırt eteklerinin alçak ve bu yönlerindeki geçitlerin dar, tüm manevraların mümkün olduğunu, düşman için hareketin güçlüğünü, bu anda düşmanın üzerinde bulunduğu Haçova’nın savaşa gayet müsait bulunduğunu, düşmanın üzerine atlanırsa başarıya ulaşılacağım anlattı. Hoca Sadeddin bu önemli izahları, diğer vezir ve komutanlarca uygun görüldü. Padişah’ın da tasvibiyle planın uygulanmasına karar verildi. Düşmanı önce durdurmak ve sonra da yok etmek maksadıyla Haçova’ya doğru ilerlemeye başlandı. Yürürken de savaş düzeni alınıyordu.
Harekete geçilmeden önce Sadrazam İbrahim Paşa, Eğri Kalesi’ne gitmiş, seçtiği topları ileri göndermiş, sonra Eğri Kalesi’nin korunmasını Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmet Paşa komutasındaki Anadolu askerlerine bırakmıştı. Bu işleri tamamladıktan sonra ordugâhına gitmiş ve yapılacak hareketi düzenlemeye koyulmuştu. Bu sırada durumu öğrenen Hoca Sadeddin Efendi, İbrahim Paşa’nın yanına gelerek; Anadolu askerinin Eğri Kalesi’nin muhafazasında bırakılmasının uygun olmayacağını, çünkü Osmanlı savaş usul ve kurallarında olduğu gibi Rumeli’nde yapılan savaşlarda, Rumeli askerinin sağ yanda, Anadolu askerinin de sol yanda bulunmasının esas olduğunu, yapılacak bu büyük meydan savaşında bu kuralın bozulmaması icap ettiğini, bu bakımdan Anadolu askerinin kaleden alınarak derhal yerine gönderilmesini söylemişti. Bu fikre İbrahim Paşa da uydu. Sonra harekete geçildi ve daha sonra da savaş düzenine girildi. Osmanlı ordusu 5 aydan fazla bir süredir harp meydanlarında yaptığı savaşlarda kayıplar vermesine rağmen bu muharebeye çıkarılacak ordudaki asker sayısı 130.000 kadar piyade ve süvari, 50 kadar top mevcutları vardı. Peçevi-Naima tarihine göre, bu sayıya Kırım Han’ın kardeşi Fethi Giray’ın 20.000 Tatar süvarisi de dâhildir. Ordunun 150.000 piyade ve süvari olduğu ve 400 kadar da topa sahip olduğu yazılmaktadır.
Osmanlı ordusu; Cafer Paşa’nın daha evvelden tuttuğu cephe hattına gelince Sadrazam İbrahim Paşa; düşmanın son andaki durumunu görmek üzere ileride bir tepeye çıkmış, düşmanın savaşa hazır olduğunu görmüştü. Zaten; esirlerden alınan bilgilere göre; düşmanın 100.000 kadar piyade ve süvari birliklerinden kurulu olduğu 150 kadar da topa sahip bulunduğu ve kararının da taarruz olacağı teyit edilmişti. Gözetleme dönüşünde artık akşam olmak üzereydi. Çadırına girdiğinde eline Padişah’ın emri verildi. Bu emirde Padişah’ın başkomutanlığı bıraktığı ve kendisinin İstanbul’a döneceği buyruluyordu. İbrahim Paşa da Padişah’a emri aldığım, göreve hazır bulunduğunu bildirdi. Biraz sonra çadıra bir çavuş girdi. İbrahim Paşa’nın Padişah tarafından çağrıldığını söyledi. Derhal Padişah’ın huzuruna çıktı. Padişah kendisine İstanbul’a dönmekten vazgeçtiğini, bu savaşı kendisinin idare edeceğini, Paşa’nın müşavirlik (kurmay başkanlığı) edeceğini bildirildi.
OSMANLI ORDUSUNUN SAVAŞ TERTİBATI:
Yesar ve Yemin süvari alayları, düşmanla temas kurmak, orduyu örgütlemek ve zaman kazandırmak için ileri gönderilmişti. Bu kuvvetlerin hemen arkasında, Cağaloğlu Sinan Paşa ile Kuyucu Murat Paşa kuvvetleri bulunuyordu.
Birinci hatta sağda Rumeli Beylerbeyi komutasında Rumeli askerleri, merkez (ortada) III. Mehmet’in komutasında Kapıkulu askerleri, bu bölümde ayrıca danışman (kurmay başkanı) Sadrazam İbrahim Paşa ve yine danışman olarak Hoca Sadeddin Efendi bulunuyordu. Sol yanda Anadolu Beylerbeyi komutasında Anadolu askerleri vardı. Birinci hat kuvvetleri önünde bütün toplar mevzie sokulmuş, ateşe hazır bir durumda ve zincirlerle birbirine bağlanmış, kuvvetli bir engel yapılmıştı. Ordunun ağırlıkları gerilerde idi Düşman kuvvetleri; birinci hatta piyadeler, ikinci hatta süvariler, üçüncü hatta 10.000 kadar piyade kuvvetleri, dördüncü hatta 6.000 kadar Avusturya süvari birlikleri olduğu halde derinliğine aldığı bir savaş düzeniyle Osmanlı ordusunun sağ yanındaki Rumeli askerleri üzerine yüklenmeye başladı. Rumeli grubu bu baskıya dayanamayarak, bataklıktaki geçitlerden faydalanıp merkezde bulunan kapıkulu askerinin üzerine doğru çekilmeye başlamıştı. Rumeli askerinin bu şekil hareketi bir maksada dayanıyordu: Karşı taarruza geçen düşman kuvvetlerini büyük kısmından ayırarak yalnız bırakmak, bir manevra ile düşmanı yok etmekti. Fakat bu sırada Tatar süvarileri düşmanın gerilerine doğru saldırıya geçmişti. Tatarlar başarılı olamamış ve sağ yan kuvvetlerinin yapacağı önemli harekete engel olmuştu. Bu yüzden de Rumeli askerleri, gerideki geçitler hizasındaki kapıkulu askerlerinin üzerine düşmüş, burada bir kargaşalık, bir keşmekeş meydana gelmişti. Bu kötü tesadüfî talihsiz durumu, düşman kendinin sağladığım sanarak coşmuş, zafer naraları atarak Padişah’ın karargâhının sağından, solundan saldırıya geçmişlerdi. Bu sırada sol yandaki Anadolu askerinin bulunduğu bölgeden yardım istenmiş, bu kuvvetler sağdaki düşmanın gerisine düşecek şekilde harekete de geçmişti. Fakat düşmanın uzun menzilli ve mükemmel toplarıyla bu kuvvetler üzerinde ateş toplamayı başarması bu hareketi yerinde mıhlamış, bazı yerlerde de çekilmeler başlamıştı. Bu hal Osmanlı ordusunda bir moral çöküntüsüne sebep olmuş, çekilme genişlemişti. Düşman kuvvetleri sol yanda ilerleyememişlerse de sızan bazı kuvvetler, Osmanlı ordugâhının çadırına kadar sokulmayı başarmış, hatta düşman askerlerinin bir bölümü Padişah’ın çok yakınına kadar sokulabilmişlerdi. Bu anda ise, burada ateş durmuş, göğüs göğse, gırtlak gırtlağa boğuşmalar başlamıştı. Vezirler, komutanlar ve devlet erkânı ve padişahın muhafızları Padişah’ın etrafını kaplayarak ölesiye dövüşüyorlardı. Padişah, muhafaza halinde idi. Yalnız Padişah’ı muhafaza ile görevliler de çoktan dağılmışlardı. Padişah’ın durumu, görünüşe göre tehlikeye düşmüştü. İşte böyle bir durum içindeyken Sadrazam İbrahim Paşa;
"Padişahım savaşı kaybetmiş bulunuyoruz, geri çekilin, canınızı kurtarın" diyerek Padişah’ı ikna etti. Zaten durumu gören Padişah çok üzgündü. O da çareyi çekilmekte görmüş ve atına binip geriye doğru sürmek isterken vaziyeti gören Hoca Sadeddin Efendi yetişerek Padişah’ın atının gemlerine sarıldı.
"Padişahım nereye gidersiniz? Yerinizde kalınız. Bundan başka çare yoktur. Siz giderseniz bütün ordu dağılır. Henüz umudumuzu kaybetmiş değiliz" diyerek padişahın yerinde kalmasını sağladı. Hoca Sadeddin Efendi’nin bu sözleri Osmanlı harp tarihinin en büyük meydan muharebesinin kazanılmasında ve belki Osmanlıların daha asırlarca Avrupa’da kalmasına yaradı. Bu durumu ordu karargâhının bütün personeli, aşçılar, yamaklar, hademeler, uşaklar, ellerine ne geçirmişlerse, zafer sarhoşluğu içinde çadırları yağmaya başlayan, savaşı unutan düşman üzerine ölesiye saldırdılar. Düşmanın bu şaşkınlığından faydalanarak Allah Allah evazeleri içinde kendilerinden geçmiş olarak öldürüyor öldürüyorlardı. Savaşın ağırlığından düşmanın son hareketleri karşısında ne yapacağını bilmez yeniçeriler, akıncı beyleri, kendilerini toparlamışlar, gördükleri karargâh personelinin bu umulmaz kahramanlıkları karşısında utanmışlar ve onlar da can pahasına düşmana karşı taarruza geçmişlerdi. Cağaloğlu Sinan Paşa elinde kalan 4000 kadar kahramanla, kaçan düşmanı kovalamaya başlamış ve önüne çıkanları kılıçtan geçiriyordu. Bu hengâmede önce 2000 kadar düşman savaşçısı kılıçtan geçirilerek yerlere serildi. Akşama kadar bu ölüm kalım çarpışması devam etti, hava kararmaya başladığı sırada Haçova sahasında 50.000’den fazla düşman ölüsünü saymak mümkündü. Perişan bir şekilde kaçabilenlerin peşi bırakılmadı. Savaş sonunda düşmanın ancak onda birinin canını kurtarabildiği anlaşıldı. 10.000 duka altın, 90 kadar top ve daha birçok savaş malzemesi Osmanlıların eline geçti. Macarların ÇERTKRUŞ, yani Mukaddes Put diye adlandırdıkları bu Haçova meydan muharebesi; Osmanlı ordusunun kesin zaferiyle neticelenmişti. Osmanlıların 13. Padişahı III. Mehmed’in padişahlık devresinin en büyük olayı olarak tarihe geçen bu savaş ve zafer, Kanunî Sultan Süleyman’dan beri harp meydanlarında bir zafer görmeyen, zafere susamış Osmanlı ordusuna yeni bir ruh vermiş, bu büyük başarı uzun süre ordunun yüksek moralde bulunmasını sağlamıştır. Haçova meydanında kazanılan bu savaş ile; Osmanlı Devleti yeniden askerî ve mülkî itibarını kazandı. Bu suretle de daha uzun bir süre Avrupa kıtasında Osmanlı hükümranlığı devam etti. Karpat kuzeyinde, Papa’nın teşvikiyle, Sigismund’un da teşebbüsü ile Osmanlılara karşı yapılmış bütün ittifaklar bozuldu ve uzun bir süre yeni bir ittifaka güçleri de yetmedi.
Bu meydan savaşı sonunda çok acı hakikatler meydana çıkmıştır:
1- Yeniçerilerin artık o eski ünlü muharip vasıflarını yitirdikleri ve güçsüzlükleri meydana çıkmıştır.
2- Mevcut ateşli silahların demode olduğu, kifayetsizlikleri meydana çıkmıştır.
3- Kabiliyetsiz, dirayetsiz komutanlarla zafere gidilemeyeceği anlaşılmıştır.
4- Vatanı seven, milletine, padişahına candan bağlı, asker olmasa da bir insanın (Hoca Sadeddin Efendi gibi) kendini ortaya atarak, hatta padişahının atının gemlerine yapışarak, ona nasıl moral verdiği, harbin ne şekilde değiştiği, mağlubiyetin nasıl zafere dönüştüğünü meydana çıkarmıştır.