TÜRK SİBER SAVUNMA KUVVETLERİ
  Karışdıran Savaşı ve I. Selimin Tahta Geçişi
 
Sultan II. Bâyezid'in, Abdullah, Şehinşah, Alemşah, Mahmud, Mehmed, Ahmed, Korkut ve Selim isimlerinde sekiz oğlu olmuştu. Bunlardan Abdullah, Şehinşah, Alemşah, Mahmud ve Mehmed, babalarının sağlığında ölmüşlerdi. Geriye yas sırasına göre Ahmed, Korkut ve Selim kalmışlardı. Şehzâde Korkut Saruhan (Manisa), Şehzâde Ahmed Amasya, Şehzâde Selim de Trabzon valiliklerinde bulunuyorlardı. Pâdişahin yaslanmasıyla birlikte memleketteki düzensizlikler de artmaya başladı. Hayatta kalan şehzâdelerden her biri, iktidarı ele geçirmek için gayret ediyordu. Bu gayrete sebep olan saltanat hırsı yanında, Fâtih Sultan Mehmed Kanunnâmesi'ndeki "Nizam-i âlem için öldürülme" korkusu da vardı. Bu düşünceler, her üç şehzâdeyi de, hayatinin son günlerini yasayan babalarının yerine geçmek için harekete getirdi. Devlet adamları, Ahmet'in yasça büyük, çocuklarının çok ve babası gibi uysal olması sebebiyle padişah olmasını istiyorlardı. Bütün bunlar, o dönem anlayışı bakımından Ahmed için birer avantajdı. Ortanca oğul olan Korkut, sessiz, ilim ve musikî ile hayatini geçiren sair ruhlu bir şehzâde idi. Onun bu hali, birçokları tarafindan sevilmesine sebep olmuştu. O da içtenlikle tahta geçmeyi istiyordu. Fakat erkek çocuklarının olmayışı onun padişah olmasını zorlaştırıyordu. Şehzâdelerin en küçüğü Yavuz Sultan Selim'di. Onun da Süleyman adında bir oğlu vardı. Sert olusundan ve devlet adamlarını, yaptıkları yanlışlarından dolayı acımasızca tenkide ettiğinden, devlet ileri gelenleri tarafindan pek sevilmediği gibi, padişah olması da istenmiyordu. Devlet adamlarının bu şekildeki görüşlerine karşılık ordu, Selim'i destekliyor ve onun, babasının yerine geçmesini istiyordu. Böylece ülke, asker ve sivil güçler arasında iki farklı ve birbirlerine tamamen zıt olan iki anlayışla karsı karsıya kalmıştı. Şehzâde Korkut Bâyezid'in, hayatta kalan üç şehzâdesinin ortancası idi. 872 (M. l467)'de doğan Korkut, dedesi Fâtih'in yanında yetiştiğinden, tahsiline itina edilmişti. Bu sebeple âlim, fâzıl, sair ve musikişinas bir şahıstı. İslâm hukukuna dair geniş bilgisi olup Arapçayı hem anlar hem de yazardı. Babasına gönderdiği bazı mektup ari Arapça idi. "Harimî" mehlesiyle şiirleri vardı. Dedesi Fâtih'in vefatında, babası yetişinceye kadar onun adına saltanata vekâlet etmişti. Babası zamanında 888 ( l483 M. ) senesinde önce Manisa Sancağı'na tayin edilmişken, bilahare ağabeyi Ahmet'in tesiriyle İstanbul'a uzak olan Teke ili (Antalya) Sancağı'na naklolunmuştu. İlk sancağının kendisine tekrar verilmesi hususunda babasına mektup yazıp istekte bulunduysa da bu istek, sarayca reddedildi. Babasının, Ahmet'e olan meyli de onu kızdırıyordu. Keza, Vezir-i Azam Has'larından olan ve kendisinde bulunan bir Has'sın, Hadim Ali Paşa'ya verilmesi kendisini çok üzmüştü. Bu sebepler ve memleketin fena idaresi onu kızdırır. Bu sebeple Hacca gitmek için hazırlık yapar. Böylece 8 gemi, 80 kadar asker ve 50 kadar maiyeti ile l8 yük akça kadar para alır. Durumdan haberdar olan Sultan Bâyezid, Mevlâna Alaeddin (İmam Ali )'yi gönderip İzmir'in, sancağına eklediğini bildirir. Buna karşılık Korkut: "Bana saltanat gerekmez. Ben, Hz. Peygamber'i rüyamda gördüm. Beni, Hacca davet etti" diyerek babasının gitmeme teklifini reddeder. Elçi dönüp durumu babasına anlattığında Bâyezid: "Kazaya, rızadan başka çare yoktur" diyerek adamlarının yerinde kalmasını emreder. Mısır Sultani, Korkut'u çok güzel bir merasimle karsilar. Ona hediyeler verip ikramlarda bulunur. Hatta ona günlük 3000 florilik bir maaş bağlar. Memlûk Sultani ile ilk görüşmede Sultan, onu evladı yerinde saydığı için gözlerinden, o da Memlûk Sultani'ni baba makamında gördüğü için gerdanından öper. Görüldüğü gibi Mısır'da çok iyi karşılanan Korkut, amcası Cem Sultan gibi bir maceraya atılmak üzeredir. Memlûk Sultani, onun tahta çıkmak için kendisinden yardim istemeye veya babası ile arasını bulmaya geldiğini zannetmişti. Fakat onun gerçek niyeti, Kudüs ve Haremeyn gibi yerleri ziyaret edip hac etmekti. Ancak, Memlûk Sultani'nin, Osmanlılarla aralarının açılmasına sebep olur endişesiyle onun hacca gitmesine izin vermediği belirtilmektedir. Şehzâde Korkut'un, ülke ve memleket arzusu ile babasından izinsiz gelmiş olması, pişman olmasına sebep olmuştu. Mısır Sultanı, 9l7 (l5ll M. ) yılında geri dönen şehzâdeyi 20 parça gemi ile uğurlar. Sancağına dönen Korkut, babasına pek çok hediyeler göndererek yaptıklarından dolayı özür diler. Bunun üzerine bazı ilavelerle Saruhan Sancağı kendisine verilir. Şehzâde Ahmed Bâyezid'in, hayatta kalan en büyük oğlu olup 870 (M. l465) yılında doğmuştur. Babası tarafindan çok sevildiği gibi Vezir-i Azam Hadim Ali Paşa da onun tarafını tutuyordu. Bu bakımdan, her an hükümdar olabilirdi. Şehzâde Ahmed, mutedil ve her şeyi düşünerek ona göre tedbir alan bir kimse oldugundan, bir kişim devlet erkânı da, onun, babasının yerine geçmesine taraftardı. Hatta Sah - Kulu (Şeytan kulu)'yuf ortadan kaldırmakla görevlendirilen Hadim Ali Paşa, Şehzâde Ahmet'le görüştüğü zaman kendisinin hükümdar olduguna dair padişah nâmına şehzâdeye teminat vermişti. Bununla beraber bu isin, Sah -Kulu isyanının bastırılmasından sonra gerçekleşebileceğini söylüyordu. Bundan dolayı Şehzâde Ahmed, kendisini hükümdar bilerek askere ve komutanlara ihsanlarda bulunuyordu. Bununla beraber kendisine bey'at ettirmek istediği yeniçerilerin "Padişahimiz hayatta oldukça kimseyi hükümdar tanımayız" diye onun bu peşin kararına karsı çıkıp red cevabi vermeleri, şehzâdeyi müteessir etmişti. Ahmed, en çok kardeşi Korkut'un hükümdar olacağından endişe ediyordu. Şehzâde Ahmet'in en samimi taraftarı olan Hadim Ali Paşa'nın, Sah - Kulu olayında ölümü, bunun isini biraz bozmuş ise de gerek babası, gerekse diğer devlet erkânı, bu arada Rumeli'de Mihaloğulları ve diğer beyler kendisini istiyorlardı. Hatta Rumeli akıncıları " Biz, sana tabiyiz ne durursun" diye Ahmet'e haber göndermişlerdi. Fakat Hadim Ali Paşa'nın ölümü üzerine onun Sah - Kulu asilerini takip etmeyip Amasya'ya gidişi yeniçerilerin hoşnutsuzluğuna sebep olmuştu. Şehzâde Ahmed, en büyük taraftarı olan Hadim Ali Paşa'yı kaybedince çok üzüldü. Anadolu ve Kapıkulu halkına ağır sözler söyledi. Ordu ile arasındaki soğukluk bir kat daha fazlalaştı. Hele Yavuz Sultan Selim'e Avrupa'da bir sancağın verildiğini işitince hiddeti bir kat daha artmıştı. Bu yüzden, Sah - Kulu isini bir tarafa bırakarak, Selim meselesini takib etmeye başladı. Anadolu'yu Kızılbaş'tan temizlemeye uğraşacağına Afyon'da oturarak Anadolu'nun yakılıp yıkılmasına ve halkın soyulmasına, devlet kuvvetlerinin yenilmesine âdeta seyirci kaldı. Günlerini, padişahlık hayallerinin tahakkuku için Edirne'ye ulak ve mektuplar göndermekle geçirdi. Şehzâdenin bu hali, Anadolu halkı ve askerlerinin gözünden kaçmadı. Böyle bir tutum ve davranış, onun, halk nazarındaki itibarinin düşmesine sebep oldu. Şehzâde Selim ve Hükümdar Olusu Sultan II. Bâyezid'in hayatta kalan üçüncü oğlu idi. Annesi Dulkadiroğlu Alâuddevle'nin kızı Ayşe Hatun'du. Babasının Sancakbeyi olarak bulunduğu Amasya'da dünyaya gelmiş olup doğum tarihi 875 ( l470 ) olarak kabul edilmekle birlikte hicrî 87l veya 872 seneleri olabileceği de belirtilmektedir. Selim de Şehzâde korkut gibi dedesi Fâtih'in yanında büyüdü. Devrin hocalarından ders aldı. Şehzâde Ahmed ve Korkut'un yumuşak huyluluğuna karşılık Selim, sert, cevval ve hareketli idi. Sairlik yönü de bulunan Selim, Türkçe, Farsça ve Tatarca şiirler söylerdi. Şehzâde Selim, babasının, uzun zamandan beri bozulmaya yüz tutan devlet islerinden müteessiren saltanatı terk edeceğini haber aldığı için, tertibat almayı uygun görmüş olmalıdır. Bilindiği gibi bu dönemde, hanedan içinde henüz bir "Verâset-i Saltanat Kanunu" bulunmadığından, Fâtih kanunnâmesi gereğince hükümdar olan şehzâde, diğer kardeşlerini "Nizâm-i âlem" için öldürebilirdi. Bu sebeple Selim, kardeşleri olan Ahmed ve Korkut'un durumlarını gözden ırak bulundurmuyordu. Bununla beraber, İstanbul'a uzak olmasından dolayı sağlıklı haberler de alamıyordu. Şehzâde Ahmed, yumuşaklığı ve sakin hali ile bütün devlet erkânının takdirini kazanmıştı. Halbuki Selim, ataklığı ve sertliği ile tanınıyor, bu yüzden de kendisinden çekiniliyordu. Nitekim bu sıralarda Erzincan ve çevresinde faaliyette bulunan Sah İsmail'i o mıntıkadan uzaklaştırdığı gibi, Gürcüler üzerine de sefer yaparak o taraflarda da kendisini göstermiş oldugundan onun bu hal ve tavırları babasına karsı " serkeşâne vaziyet aldı" seklinde gösterilmişti. Şehzâde Selim, saltanatı elde etmek isteyen kardeşlerine karsı hazırlıklar yapmış, kendisine bağlı olan kuvvetlerden başka, Kırım Hanı kuvvetlerinden de istifade etmişti. Nitekim Rumeli'ye geçtiği sırada Kırım Hanı'nın küçük oğlu komutasında yanında üç yüz elli kadar Tatar askeri vardı. O, taraftarları vâsıtasıyla Yeniçeri Ocağı'nı da elde etmişti. Şehzâde Selim'in, Rumeli'ye geçtiği haberi İstanbul'a ulaştığı zaman devlet erkânı, padişahi Edirne'ye götürmek üzere yola çıkarmıştı. Bu sayede Selim'in üzerine asker de sevk edilecekti. Bu durumu öğrenen Selim, " asi olmadığını ve babasına tazimlerini arz için geldiğini " bildirmişti. Bu arada babası tarafindan kendisine nasihatte bulunmak üzere gönderilen elçiye iltifatlarda bulunmuştu. Selim'i sevmeyip onun aleyhinde bulunan kimseler, bu durumu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli beylerbeyi Hasan Paşa'yı göndermişlerdi. Fakat Hasan Paşa, harb etmeden Edirne'ye dönmüştü. Bunun üzerine padişah bizzat kendisi Selim'e karsı harekete geçmişti. Bâyezid, ihtiyar oldugundan araba ile hareket edip Çukurçayır'da Selim'in ordugahının karsısına gelmişti. Selim, ordusuna, karsı taraftan bir taarruz vaki olmadıkça harekete geçilmemesi emrini vermişti. Bu esnada, Sultan II. Bâyezid'e, binmiş oldugu arabanın penceresinden, elini öpmek üzere gelen oğlunun kuvvetleri gösterildiği zaman padişah, üzüntüsünden ağlamıştı. Şehzâde Selim'e taraftar olmaları ihtimal dâhilinde buludan Rumeli akıncı ve sancakbeylerinin istirham ve istekleri üzerine muharebeden vaz geçilerek iki taraf arasında bir anlaşma sağlandı. Buna göre Selim'e bir heyet gönderilip şimdilik babası ile görüşmesine imkân bulunmadığı, bununla beraber Şehzâde Ahmet'in veliahda olarak tayin edilmeyeceği bildirilmişti. Ayrıca, Rumeli'den istediği Semendire sancağının kendisine tevcih edildiği bildirildi. Bâyezid, şehzâdelerinden hiç birini, diğerlerine tercih etmeyecek ve onlardan birini veliahda yapmayacağına dair bir de ahitname yazdırarak bu olayın ilk safhasını kapatmış oluyordu. Böylece veliahda tayini isini önlemeyi başaran Selim, emri altındaki askerle Semendire'ye gitmeyip, Rumeli beylerinin kararı ile Eski Zagra ve Filibe taraflarında kalarak Semendire'ye bir vekil göndermişti. Vezir-i Azam Hadim Ali Paşa'nın, Sah - Kulu olayında sehid olması ve o sıralarda, Karaman Valisi olan oğlu Şehinşah'ın vefat haberini alması üzerine çok üzülen Sultan Bâyezid, Edirne'den İstanbul'a hareket edip saltanattan çekilmeyi düşünür. Böyle bir durumda kimin saltanata geleceği meselesi tekrar gündeme gelir. Devlet erkânı, Şehzâde Ahmet'in, babasının yerine geçmesine taraftardır. Fakat Hadim Ali Paşa'nın yerine Vezir-i Azamlığa gelen Hersekzâde Ahmed Paşa, bu görüşe katılmamaktadır. Bununla beraber yapabileceği fazla bir şey de yoktur. Daha önce Selim'e hiç bir şehzâdenin veliahda olmayacağına dair söz verilmiş olmasına rağmen Ahmed, tahta geçmek üzere İstanbul'a davet edilir. Filibe'de bulunan Şehzâde Selim, adamları vâsıtasıyla bütün bu görüşme ve gelişmelerden haberdar olur. Selim, alınan kararın, kendisine verilen ahitnameye aykırı oldugunu görünce 40 bin kişilik bir kuvvetle Çorlu'da babasının kuvvetlerinin bulunduğu Karışdıran Ovası'na gelir. Şehzâde Ahmed taraftarları, II. Bâyezid'i, Selim'in aleyhine tahrik için arabasının örtüsünü kaldırarak "Elinizi öpmeye gelen oğlunuzun kuvvetini görün, mürettebe ve müsellah (silahlı) askerlerle oğul babayı böyle mi ziyaret eder?" diyerek padişahi oğluyla savaşa tahrik etmişlerdi. 9l7 Cemaziyülevvel'inin sekizinci günü (Ağustos l5ll )'de iki taraf arasında meydana gelen muharebe, Selim'in aleyhine sonuçlanır. Bundan sonra, Şehzâde Ahmet'in hükümdarlığı kesinleşmiş gibi olur. Bu sebeple Ahmed İstanbul'a davet edilir. Bununla beraber Hersekzâde Ahmed Paşa, daha önce verilmiş ahitnameye sadik kalınmasını isteyecek ve fakat sözünü dinletemeyecektir. Şehzâde Ahmed, aldığı emir üzerine süratle İstanbul'a doğru yola çıkıp Gebze'ye, oradan da Maltepe'ye gelir. Fakat yeniçerilerin kendisini istememeleri ve İstanbul'da bazı isyan hareketlerine girişmeleri üzerine tekrar Anadolu'ya döner. Selim'in aleyhtarları, Ahmet'in muvaffak olamaması üzerine bu defa da Şehzâde Korkut'u hükümdar yapmak üzere onu İstanbul'a davet ederler. Manisa'da bulunan bu şehzâde, süratle Mihaliç'e, oradan da kayıklarla Davut Paşa iskelesine gelip karaya çıkar. Önce yeniçeri ocağına gitmiş sonra babasını görüp kardeşi Ahmet'ten kaçtığını söyler. Yeniçeriler, Korkut'a karsı saygıda kusur etmezler, ancak Selim'den başkasını hükümdar olarak istemediklerini de münasibe bir sekilde anlatırlar. Bütün bu gelişmeler karsisinda, idareyi Selim'e terk etmekten başka çare bulamayan II. Bâyezid, oğlu Selim'i İstanbul'a davet eder. Şehzâde Selim, kara yolu ile Kefe'den Akkerman'a oradan da Rumeli'ye geçip İstanbul'a gelir. Devlet erkânı tarafindan karşılanıp tebrik edilen Selim'in, Divân-i Hümayûn'a gelip babasının elini öpmesi istenir. Fakat bir suikast olur endişesiyle Selim, ancak at üzerinde babası ile görüşmeyi kabul eder. Ertesi gün Selim, bütün devlet ricalinin hazır bulunduğu bir sırada babası ile görüşür. Bâyezid, oğlunun hükümdar olmak istediğini ve askerle bir kişim devlet adamının da bunu desteklediğini görünce, diğer şehzâdelerden herhangi birinin kendisine muhalefet etmedikçe öldürülmemesi sözünü de aldıktan sonra saltanatı kendisine terk eder. Böylece 8 Safer 9l8 Cumartesi (25 Nisan l5l2) günü vezirler saraydan çıkıp Selim'in saltanata geçtiğini ilan ederler. Yavuz Sultan Selim'in tahta geçiş tarihi olarak 7 Safer gününü veren kaynaklar da (M. Süreyya, Sicill-i Osmanî, I, 38) bulunmaktadır. Bundan sonra Selim gelip babasının elini öper ve onun hayır duasını alır. Bu esnada II, Bâyezid, oğluna su öğüdü verir: Kâfirin katline eyle ihtimam Kim anunla tutar din-ü mülk nizâm Padişah oldunsa adli pise et (önde tut) Zulm-ü bidad (adaletsizlik) eyleme endişe et Merhamet et âciz u bi-çareye (çaresize) Şefkat eyle bi-kes (kimsesiz) u âvareye Tangri içün it ehl-i ilme ihtiram Derdmend ( dertli)in hatırın hoş gör müdam Müfsidin neslini kes ger sah isen Adle meyl et bende-i Allah (Allah'ın kulu) isen. Öyle anlaşılıyor ki Yavuz Sultan Selim, babasına, kardeşleri rahat durdukları müddetçe hayatlarına dokunmayacağına dair söz vermişti. Verdiği bu söz sebebiyle gelişi ve tahta çıkısı esnasında, İstanbul'da bulunan kardeşi Korkut'a saygı gösterdi. Onu, Saruhan Sancakbeyliği'nde bıraktı. Kırım Hanı'na bir mektup yazarak padişah oldugunu ve yanında bulunan Şehzâde Süleyman'ı göndermesini bildirdi. Yavuzun, padişah olusu, gerek İstanbul, gerekse bütün bir devlette büyük bir sevinç ve coşku ile karşılandı. Hakkında methiyeler yazıldı. Fakat kardeşi Şehzâde Ahmed ve oğulları bu haberi hiç beğenmediler. Bu sebeple Murad (Ahmet'in oğlu ) Amasya'da, Ahmed ve Alâeddin Konya'da Selim'in hükümdarlığını tanımadılar. Onlar da müstakil birer hükümdar gibi yasamaya başladılar. Selim'in tahta geçişi, gerek Osmanlı, gerekse Sünnî İslâm dünyası için hayırlı bir hareket olmuştu. Zira bir bakıma İran'ın ileri karakolu olarak vazife gören Şiîlik, II. Bâyezid döneminde Osmanlı topraklarında faaliyet gösterirken, Sünnî akide ve tarikatlar, bu istilacı hücuma ayni cins silahlarla mukabele edemiyorlardı. Daha önce de temas edildiği gibi bir "Mehdi" hikayesinin arkasına sığınan bu şekavet ve saltanat ihtirasının maskesini düşürmek gerekiyordu. Bu da ancak Selim gibi ileriyi gören, ufuktaki büyük tehlikeyi sezen, sert, cevval ve dirayetli bir idareci ile mümkün olurdu. Ülkeye sızmaya çalışan bu Şiîlik tehlikesi, onu, babasına karsı gelmeye kadar götürdü. Kendisinin ve memleketin halini " pederimle görüşüp ahval-i devleti şifahen arz etmek muktezam-i maslahattır" diye ayak dirediği halde, kendisini istemeyen devlet adamları, onun bu talebini yerine getirmekten şiddetle çekindiler. Onlar, sadece babasının elini öpmeyi kast eden bir kimse, böyle bir ordu ile nasıl gelir diyerek babası ile görüşmesine bile müsaade etmediler. Onlara göre yaslı hükümdar, tahtını oğullarından birine terk edecekse, bu, herhalde ele avuca sığmaz Selim değil, babası gibi yavaş ve halim Şehzâde Ahmed olmalıydı. Anlaşıldığı kadarı ile Selim, her iki kardeşini de Osmanlı tahtı için kifayetli görmüyor ve dedesi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra devletin maruz kaldığı tehlikeleri ortadan kaldıracak ve bükülen belini, sadece kendi çabalarının doğrultabileceğine inanıyordu.
 
  Bugün 123 ziyaretçi (218 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol