TÜRK SİBER SAVUNMA KUVVETLERİ
  İslamiyetten Önce Türk Devletlerinde Askeri Teşkilat
 
Türkler en eski dönemlerden beri askerliğe büyük önem vermişlerdir. Türklerde ordunun önemi İslamiyet'i kabul ettikten sonra da devam etmiştir. Ayrıca Türklerin ordu-millet olma karakteri de aynı şekilde sürmüştür. Zaten İslam dünyasında Türkler, kendi devletlerini kurmadan önce İslam Devleti'nin ordu teşkilatında görev almışlardı. Abbasilerin ve Samanoğullarının orduları büyük ölçüde Türklerden oluşuyordu. ilk Türk-İslam devletlerinden olan Tolunoğulları, İhşidler ve Gaznelilerde yerli halktan da asker bulunmakla beraber, ordunun çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Türk-İslam devletlerinin ordu teşkilatında en önemli unsur insan unsurudur. Türk ordusunun insan kaynakları gulâm sistemi, ikta askerleri, Türkmen birlikleri, tabi devlet kuvvetleri ve gönüllülerdi. ? Hassa Ordusu: Karahanlı hassa ordusu ücretli olup, doğrudan hükümdara bağlı askerlerdi. ? Hanedan Üyeleri ve Diğer Devlet Adamlarının Kuvvetleri: Karahanlılar da bölge ve vilayetleri yöneten hanedan üyelerinin de kendi emirleri altında askerî kuvvetleri vardı. Bu hanedan üyeleri ve devletin ileri gelenleri kendi birlikleriyle, savaş zamanında ana orduya katılarak Karahanlı ordusunu meydana getiriyorlardı. ? Devlete Tabi Türk Topluluklarına Ait Askerler: Karahanlı devletinde yaşayan Çiğiller, Karluklar ve Yağma Türkleri gibi bazı Türk boylarına mensup kuvvetler de zaman zaman orduya katılırlardı Karahanlılar da askerî harekâtın durumuna göre ordunun komutasını bizzat hükümdar, şehzadeler ya da subaşılar (kumandanlar) yapardı. Karahanlı ordusunda hastane örgütü ile düzenli bir posta teşkilatı da vardı. Gaznelilerde Ordu Gazneli ordusu dönemin en modern ve profesyonel ordularından birisi idi. Ordu daima savaşa hazır durumda bulundurulurdu. Ordunun başkomutan bizzat sultandı. Gazneli ordusunun önemli bir özelliği de Hindistan'dan haraç olarak alınan fillerdi. Kaynakların belirttiğine göre fil sayısı en çok 1700 civarında olmuştur. Gazne ordusunda fillerin eğitilmesi ve barınması için fil hane kurulmuştu. Gazne ordusundaki askerlerin çoğu süvari idi. Gazne ordusunun sayısı da yaklaşık yüz bin kişi civarında idi. Bu sayı savaş zamanında gönüllüler ve eyalet kuvvetlerinin katılmasıyla artardı. Gazne ordusunu oluşturan unsurlar şunlardır: ? Gulâmlar: Gulâm Farsça kul demektir. Orduda "Gulâm Sistemi" ise kulluk sistemi demektir. Gulâm sistemi en gelişmiş şekli ile Gazneliler ve Selçuklularda görülmektedir. Bu sistem bir bakma o devrin askerî okulları idi. Çocuk yaşta toplanan asker adayları, gulâm yetiştirme merkezlerine (gulâmhane) getirilirler, burada at üzerinde silah kullanmayı, saray terbiyesiyle sultana hizmet etme usullerini öğrenirlerdi. Sultana yakın devlet yöneticileri ve yüksek seviyeli komutanlar gulâm sisteminden yetişiyordu. Gulâm sistemindeki eğitim süresi uzun olup, 18 ? 20 yılı bulabiliyordu. Sultanlar kendilerine en yakın askerler olan hassa birliklerini (Gulâman-ı Has) gulâmlardan seçerlerdi. Hassa askerleri savaşa her an hazır olan eğitilmiş askerlerdi. Hassa ordusu askerleri yılda dört defa bistegani adı verilen maaş alırlardı. Gulâmlar saray teşkilatında da önemli görevler alabiliyorlardı. Sultan Alp Arslan'ın kendisine bağlı 4000 gulâmı olduğu bilinmektedir. Gulâm sistemine giren askerlere memlûk (köle)' da denilirdi. Fakat buradaki memlûk, hiçbir kanuni hakkı olmayan esir insan demek değildi. Bunlar tamamen özel statüde eğitilmiş askerlerdi. içlerinden yönetici ve komutan da çıkabiliyordu. ? Muntazam birlikler: Sürekli askerlerin oluşturduğu yaya ve süvarilerden karma düzenli birliklerdir. ? Eyalet askerleri: Eyalet askerleri iktalarda yetişmiş atlı askerlerle, şehzade ve meliklerin kuvvetlerinden oluşmaktadır. ? Ücretli askerler: Ücretli askerler Oğuz, Karluk ve Yağma Türklerinden seçilirdi. ? Gönüllüler: Gönüllüler (gazi) herhangi bir savaş esnasında, savaş bölgesine yakın yerlerden orduya katılan kuvvetlerdi. Sultan Mahmud'un 1018'deki Hindistan seferine yirmi bin gönüllünün (gazi) katıldığı bilinmektedir. Selçuklu Ordusu Büyük Selçuklular her alanda olduğu gibi askerî alanda da en ileri seviyeye ulaşmışlardı. Büyük Selçukluların ordu teşkilatı kendisinden sonra kurulan Türk devletlerince de örnek alınmıştır. Dandanakan Savaşı'na (1040) kadar tamamen göçebe Oğuzlardan oluşan Büyük Selçuklu ordusu, bu savaştan sonra yerleşik İslam topluluklarıyla karşılaşan Tuğrul Bey, ordusunda yeni şartlara uygun bazı düzenlemeler yapma gereği duymuştur. Öncelikle Gaznelilerde bulunan hassa ordusuna benzeyen özel birlikler kurdurmuştur. Türklerin yanında yerli mahallî unsurlar da askerî teşkilat içine almıştır. Çünkü fetihler için her zaman kalabalık bir orduya gerek duyuluyordu. Büyük Selçukluların askerî sistemde yaptıkları en büyük yeniliklerden birisi de askerî iktalardır. Büyük Selçuklu ordusu altı bölümden oluşuyordu: ? Gulam Ordusu: Kulluk sistemi demek olan gulam sisteminde, değişik milletlerin çocukları küçük yaşlarda alınarak gulamhanelerde özel olarak yetiştirilirlerdi. Sultanlar, kendilerine en yakın askerî birlikleri gulam sisteminden yetişmiş askerlerden seçerlerdi. Doğrudan sultana bağlı olan Gulam ordusu yılda dört defa bîstegani adı verilen maaş alırdı. Bu ordunun her türlü masrafları devlet tarafından karşılanırdı. -- Hassa Ordusu: Çeşitli Türk boylarından seçilerek oluşturulan birliklerdir. Sultana bağlı olan bu orduya maaş yerine iktalardan elde edilen vergi gelirleri verilirdi. Bu ordu her an savaşa hazır atlı birliklerden oluşurdu. ? Sipahiler (ikta askerleri): Selçuklu ordusunun en büyük kısmını sipahiler oluşturuyordu. Hz. Ömer zamanından beri uygulanan ikta sistemini Selçuklular almışlar ve kendilerine göre geliştirerek, ona askerî bir şekil kazandırmışlardır. Nizamülmülk tarafından yapılan bu askerî düzen, daha sonra bütün Türk-İslam devletlerince de kullanılmıştır. ita sisteminde ülke toprakları ergi gelirlerine göre bölümlere ayrılırdı bölümlerin her birine ikta denirdi. Kendilerine ikta verilen emirler iktalar içinde otururlar, vergisini toplarlar ve bu vergilere karşılıkta belirlenen sayıda asker beslerlerdi. Savaş zamanı bir araya gelen bu kuvvetler, Selçuklu ordusu içinde kalabalık bir grup oluştururdu. Böylece devlet ikta sistemi ile hiçbir harcama yapmadan çok sayıda askere sahip olduğu gibi, vergi toplama işini de halletmiş oluyordu. Türkiye Selçuklularında da devam eden bu sistem, Osmanlılarda Tımar adını almıştır. ? Şehzade, Melik ve Askerî Valilerin Kuvvetleri: şehzade, melik ve eyalet valileri kendilerine bağlı atlı askerî birlikler oluşturmuşlardır. Bu birlikler daha çok çeşitli Türk boylarından kurulurdu. Savaş zamanında ise kuvvetleriyle birlikte ana orduya dâhil olurlardı. ? Tabi (bağlı) Devlet ve Beyliklerin Askerleri: Büyük Selçuklulara bağlı devletlerden asker alındığı gibi, komşu devletlerden de paralı askerler toplanırdı. Sultan; Abbasi halifesi, Gürcü ve Ermeni krallıkları, Karahanlılar ve Gaznelilerden ihtiyaç duyduğunda asker talep eder, onlarda bunun üzerine asker gönderirlerdi. ? Türkmenler: Selçuklu Devleti kurulduğu zamanlarda ordunun ana unsurunu göçebe yaşayan Oğuzlar (Türkmenler) oluşturuyordu. Oğuzlar, beyleri vasıtasıyla hükümdara bağlı olmakla beraber kendi boy teşkilatları içersinde yaşarlardı. Doğudan devamlı büyük kitleler halinde göç ederek gelen Türkmenler uç bölgelerine yerleştirilirler, bu şekilde yerleşik hale geçen Türkmenler, hem üretime katkıda bulunurlar hem de yerleştikleri yerlerin güvenliğini sağlarlardı. Sultanın daveti üzerine de orduya katılırlardı. Irak, Suriye, Azerbaycan ve Anadolu'nun fethedilmesinde ve bu bölgelerin Türkleşmesinde, Türkmenlerin büyük faydaları olmuştur. Ancak Selçuklu ordusunda zamanla gulam sisteminden yetişen komutanların öne geçmesiyle, Türkmenler ikinci plâna düşmüşlerdir. Buna üzülen Türkmenler de zaman zaman ayaklanmışlar ya da isyan eden bir melik veya şehzadenin yanında yer alarak tepkilerini göstermişlerdir. ? Gönüllüler: Özellikle halkı Müslüman olmayan ülkelere yapılan seferlerde, halktan çok sayıda gönüllü de cihad düşüncesiyle orduda görev alırdı. Örneğin Malazgirt Meydan Savaşında, orduya Malazgirt ve Ahlat halkından gönüllü (gazi) olarak katılanlar olmuştur. Selçuklu ordusunda kullanılan başlıca silahları, hafif ve ağır silahlar olmak üzere ikiye ayırabiliriz: ? Hafif Silahlar: Ok, yay, kılıç - kalkan, mızrak, hançer, bıçak, sapan, kargı, gürz, balta ve zırh hafif silahlardı. Bu silahların ağırlığı bir insanın taşıyabileceği kadardı. ? Ağır Silahlar: Mancınık, arrade (mancınığın küçüğü), kule, ok ve neft atan çark tipi makineler, koçbaşı denilen kale kapısı kırmaya yarayan ağaçlar ve arabalardı. Bu silahlar daha çok kuşatmalarda kullanılırdı. Ordunun Sefer Emri ve Savaş Taktikleri Türk-İslam devletlerinde ordunun sefer emrini başkomutan olarak hükümdar verirdi. Fakat hükümdarlar bu emri vermeden önce meşveret ve kengeş meclisine danışırdı Bu meclise önde gelen idareciler, ordu komutanları, divan üyeleri ve âlimler katılırdı. Mecliste konu tartışılır, sonunda da savaş veya barış kararı hükümdar tarafından alınırdı. Hükümdar savaş kararı verirse başkentin dışına saltanat çadırı kurulur, ordunun toplanması için emir verilirdi. Çadırın kurulduğu yön seferin yönünü gösterirdi. Ordu savaşlarda genel olarak merkez, sağ kol, sol kol, öncü ve artçı olmak üzere savaş düzeni alırdı. Sultan merkezde bulunur ve hassa ordusu onu korurdu. Sağ ve sol kollarda ise meliklerin ve şehzadelerin komutasındaki eyalet askerleri yer alırdı. Türkler, savaşlarda çoğunlukla sahte ricat veya Turan taktiği denilen askerî çevirme harekâtını kullanırlardı. Bu taktik daha çok nihaî zaferi kazanmak için karar verildiğinde uygulanıyordu. Özellikle Dandanakan ve Malazgirt savaşlarında bu taktik başarılı bir şekilde uygulanmıştır. ikinci uyguladıkları savaş taktiği de, karşıdaki düşmanın meydan savaşı ile yenilemeyecek kadar güçlü olduğu durumlarda uygulanan yıpratma taktiği veya vur-kaç taktiği idi. Selçukluların, Gaznelilere karşı Dandanakan öncesi uzun yıllar uyguladıkları taktik vur kaç taktiği idi. Böylece Gazne ordusu, hem psikolojik olarak yıpratılmış, hem de sayıca kayıplara uğradıklarından dolayı yenilmeleri de kolay olmuştur. İlk Türk-İslam devletlerindeki orduyu iki ana sınıfa ayırmak mümkündür. Bunlar savaşçı (muharip) gruplar ve yardımcı destek gruplarıdır. ? Muharip Gruplar: Ordunun savaşçı grupları kullandıkları silah ve alete göre isimlendiriliyorlardı. Bunlardan bazıları; okçular, mızrakçılar, gürzcüler, mancınıkçılar, neftçiler (bir çeşit yanıcı yağ kullanıcılar), kılıççılar, sapancılar, kementçiler, nakkaplar (engel deliciler) lağımcılar ( tünel kazıcılar), meşaleciler ve bayraktarlar sayılabilir. ? Yardımcı Destek Grupları: Bunlar da harem, hazine, silah ve hayvanların geride kalan muhafızları, mutfak görevlileri, sakalar (su taşıyıcıları), ordu inşaatçıları ile sağlıkçılardır. İlk Türk-İslam devletlerinde teçhizatın en önemli vasıtası at idi. Türk atı, Orta Asya'daki kendine has özelliklerini Ön Asya'ya da taşımıştır. Türk atının kulakları küçük, sağrısı kuvvetli idi. Ayrıca Gazne ordusunda filler de kullanılmıştır. Bu fillerin barınması için ordu da filhane kurulmuştu. Döneminin çok büyük ve en muntazam ordusu olan Büyük Selçuklu ordusu, kendisinden sonra kurulan Türk devletlerine de örnek olmuştur. 10'lu ve 40'lı sistemin görüldüğü Selçuklu ordusunun sayısı en gelişmiş dönemde 400.000 civarında idi. Türklerde Denizcilik Türkler, Orta Asya'da kurdukları ilk devletlerden başlayarak, Anadolu'ya gelinceye kadar, denizcilikte önemli bir faaliyet göstermemişlerdir. Türkler, tarihlerinin büyük bir kısmında Asya kıtasının iç bölgelerinde yaşamalarından dolayı, askerî teşkilâtlarını kara ordusu esasına göre kurmuşlardır. Türkler; Hazar Denizi, Aral Gölü ve Basra Körfezi kıyılarına hâkim olmuşlarsa da, bu sularda dikkate değer bir denizcilik faaliyetine girmemişlerdir. Türklerin, Malazgirt Zaferi'nden sonra üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu'yu fethetmeleri, denizcilikle yakından ilgilenmeleri sonucunu doğurmuştur. Çünkü Anadolu'ya hâkim olmanın ve bu topraklarda tutunabilmenin şartlarından birisinin de, karada olduğu gibi denizlerde de güçlü olunmasının gerektiğini anlamışlılardı. Ayrıca bu dönemlerde Anadolu kıyıları, denizcilikte ileri gitmiş olan Venedik, Ceneviz ve Papalık donanmalarının sürekli tehdidi altında idi. Bu nedenlerden dolayı Türkler, hem Anadolu'nun güvenliğini sağlamak, hem de ekonomilerinin gelişmesine katkı sağlayacak olan ticaret yollarının kontrolünü ele geçirebilmek amacı ile denizciliğe önem vermeye başlamışlardır. Çaka (Çakan) Bey ve Türk Denizciliğinin Kuruluşu İlk Türk denizcisi ve Türk denizciliğinin kurucusu sayılan Çaka (Çakan) Bey, Oğuz Türklerinin Çavuldur boyundandır. Batı Anadolu'da Bizanslılarla yapılan savaşlara katılan Çaka Bey, bu mücadelelerin birinde Bizanslılara esir düşerek İstanbul'a götürülmüştür. Uzun yıllar kaldığı İstanbul'da, Bizans'ın zayıf ve güçlü taraflarını ve iç siyasetini öğrenme fırsatı bulmuştur. 1078 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah'ın yardımı ile Bizans tahtını ele geçirmeyi başaran Botaniates (Botaniyates) zamanında da Yunancayı öğrenen Çaka Bey, imparatordan bir de asalet unvanı almıştır. Çaka Bey'in İstanbul'da iken iyice öğrendiklerinden bir diğeri de denizcilik idi. Çaka Bey, 1081 yılında imparator olan I. Aleksios Komnenos (Aleksi Komnen) zamanında İstanbul'dan kaçarak İzmir dolaylarına gelmiştir. Burada mensup olduğu boyun yardımıyla İzmir'i ele geçirerek bir beylik kurmuştur (1081).Kısa zamanda otuz parçadan oluşan bir donanma kuran Çaka Bey; Midilli, Sakız, Rodos, İstanköy ve Sisam gibi Ege adaları ile Ege kıyılarından Urla ve Foça gibi yerleri fethetmiştir. Çaka Bey'in kısa zamanda güçlenmesi, Bizans imparatoru Aleksi Komnen'in harekete geçmesine neden olmuştur. Denizdeki yeni rakibinden kurtulma yolları arayan imparator, Çaka Bey'in üzerine bir donanma göndermiş fakat bu donanma Çaka Bey tarafından bozguna uğratılmıştır. Bunun üzerine Çaka Bey, kuzeye doğru çıkarak Çanakkale kıyılarında bazı yerleri fethetmiştir. Çaka Bey'in en büyük amacı İstanbul'u Bizans'ın elinden almaktı. Ancak, İstanbul'un güçlü surlarla çevrili olması ve ayrıca Bizans'ın sürekli dışarıdan yardım alması bunu zorlaştırıyordu. Bu amaçla Çaka Bey, hem kara sınırlarını güvence altına alabilmek, hem de Bizans'ı doğudan sıkıştıracak bir müttefik kazanabilmek için kızını, Anadolu Selçuklu sultanı I. Kılıç Arslan ile evlendirdi. Ayrıca Avrupa'da, Bizans'a karşı mücadele eden Peçenek Türkleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalışarak onlarla anlaştı. Çaka Bey'in planına göre kendisi denizden, I. Kılıç Arslan Anadolu'dan, Peçenekler de Balkanlardan olmak üzere Bizans'ı üçlü bir Türk kıskacına almaktı. Bu planı anlayan Bizans imparatoru Aleksi Komnen, oluşturulan ittifakı bozmak için Balkanlara gelmiş olan Kuman Türkleri ile anlaşma yolları aramaya başladı. Türkleri birbirine düşürme politikası uygulayarak bu durumdan kurtulmak isteyen imparator, Kumanları (Kıpçaklar) Meriç kıyısındaki Umur bey'de ordugâh kurmuş olan Peçeneklerin üzerine saldırttı. Hazırlıksız yakalanan ve çok kayıp veren Peçenekler bu beklenmedik ani baskın karşısında dağıldılar (Levunion Savaşı - 1091). Müttefiki olan Peçeneklerin yenilgisine rağmen cesaretini kaybetmeyerek hazırlıklarını sürdüren Çaka Bey, Bizans'a karşı mücadelesine devam etmiştir. Çaka Bey'den ciddi şekilde çekinen Bizans imparatoru, İzmir üzerine ordu sevk etmiştir. Karadan ve denizden saldırıya geçen Bizanslılar, 1092 yılında Midilli adasına çıkarma yapmışlardır. Çaka Bey, Bizanslılarla büyük bir mücadeleye girilmişse de, çıkan bir fırtına sonucu İzmir'e çekilmek zorunda kalmıştır. Sonuçta Midilli Adası'nın Bizanslıların eline geçmesini engelleyememiştir. Bizans daha sonra I. Kılıç Arslan ile Çaka Bey'i birbirine düşürme politikası izlemiştir. Bu amaçla I. Kılıç Arslan'a elçiler göndererek Çaka Bey'in asıl hedefinin Bizans değil, İznik olduğuna onu inandırmaya çalışmıştır. Ayrıca Çaka Bey'in Çanakkale'ye kadar ilerlemesi ve Anadolu Selçuklu topraklarına yaklaşması, I. Kılıç Arslan'ın kuşkularının artmasına neden olmuştur. Bizans oyunlarını iyi bilen Çaka Bey, damadı olan I. Kılıç Arslan'ı Bizans entrikasına karşı uyarmak ve onunla anlaşmak amacı ile yanına ziyarete gittiğinde zehirlenerek öldürülmüştür (1093). Hem Peçeneklerin hem de Çaka Bey'in etkisiz hale getirilmesi Bizans'ı büyük bir tehlikeden kurtarmıştır. Bizans'ın uyguladığı Türkü Türk'e kırdırma politikası bir kez daha başarıyla uygulanmıştır. Çaka Bey'in ölümünden sonra, Ege denizi kıyılarında ve adalardaki üstünlük devam ettirilememiştir. I. Haçlı Seferi (1096?1099) sırasında Bizans, Çaka Bey'in topraklarını ele geçirerek bu beyliğe son vermiştir. iki Türk gücünün birbirine düşmesi ve Çaka Bey'in ortadan kaldırılması, Türk denizciliği için büyük bir darbe olmuştur. Günümüzde Türk Deniz Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak, Çaka Bey'in ilk donanmayı oluşturduğu 1081 yılı kabul edilmektedir. ANADOLU (TÜRKİYE) SELÇUKLULARI DÖNEMİNDE TÜRK DENİZCİLİĞİ Anadolu Selçuklu Devleti'nde denizcilik alanındaki ilk faaliyetler Süleyman şah'ın vekili (naibi) Ebul Kâsım tarafından başlatılmıştır. Süleyman şah, Antakya seferine çıkarken, İznik'te kendi yerine vekil olarak Ebul Kasım'ı bırakmıştı (1084). Ebul Kâsım, Süleyman şah'ın ölümünden sonraki altı yıllık dönemde Bizans'la mücadeleyi devam ettirmiştir. Bizans'ı baskı altına almak için donanmanın gerekli olduğunu anlayan Ebul Kâsım, Marmara kıyısındaki Kils Limanı'nda bir tersane kurdurmuştur. Böylece Ebul Kâsım, karadan abluka altına aldığı Bizans'ı denizden de baskı altına tutabilecekti. Ancak kurulmaya çalışılan bu ilk Selçuklu donanmasının ömrü fazla uzun olmamış, I. Haçlı Seferi sırasında yakılarak yok edilmiştir. Haçlı baskıları ile Anadolu'nun kıyı bölgelerinden iç bölgelerine doğru çekilmek zorunda kalan Anadolu Selçukluları, XIII. yüzyılın başından itibaren yeniden sahillere dönmeye başlamışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nde, kıyılarda önemli şehirler fetheden ve denizcilikle ilgilenen sultanların başında I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192?1196), I. İzzeddin Keykavus (1211- 1220) ve I. Alâeddin Keykûbat (1220- 1237) gelmektedir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Karadeniz ve Akdeniz kıyılarına önemli seferler düzenlemiştir. Trabzon Rumlarını yenerek bu günkü Samsun ve çevresini ele geçiren I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Karadeniz ticaretinin gelişmesi için büyük çaba harcamıştır. daha sonra Akdeniz'e yönelen I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Anadolu'nun Mısır ve Avrupa ile ilişkisini sağlayan önemli bir liman kenti olan Antalya'yı fethetmiştir (1207). I. Gıyaseddin Keyhüsrev'in Antalya'da kurduğu tersanede yaptırdığı küçük çaptaki donanması, I. Alâeddin Keykûbat döneminde Alâiye (Alanya)'nin fethinde de kullanılmıştır. I. İzzeddin Keykavus, Karadeniz kıyısındaki önemli bir ticaret merkezi olan Sinop'u fethederek, bölgedeki Trabzon imparatorluğu'nun hâkimiyetine son vermiştir (1214). I. Alâeddin Keykûbat, Akdeniz'deki hâkimiyet alanını genişletmek amacıyla büyük bir ticaret merkezi olan Antalya yakınlarındaki Kalonoros'u 1223 yılanda ele geçirmiştir. Şehri yeniden imar eden I. Alâeddin Keykûbat'ın isminden dolayı buraya Alâiye (Alanya) adı verilmiştir. Ticaret bakımından önemli bir üs olan Alâiye'ye tersane yaptıran Alâeddin Keykûbat, Anadolu'nun Akdeniz sahilindeki Türk hâkimiyetini güçlendirmeye çalışmıştır. Ayrıca I. Alâeddin Keykûbat döneminde ilk defa deniz ötesi sefere çıkan Selçuklu donanması, Karadeniz kıyılarında fetihler yapmıştır. Kastamonu uç beyi Hüsamettin Çoban komutasında yapılan bu deniz ötesi seferde Kırım'da bulunan Suğdak şehri fethedilmiştir (1227). Sinop-Kırım deniz ticaret yolunun emniyet altına alınması için yapılan bu Suğdak Seferi sonrasında, Anadolu Selçuklu Devleti'nin ticareti gelişmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin denizciliğe verdiği önem sayesinde Karadeniz ve Akdeniz kıyılarındaki birçok liman şehri ele geçirilerek devletin ekonomik yönden güçlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca Selçuklular, Anadolu'nun bu kıyı şehirlerinde kurdukları tersanelerle donanma güçlerini artırmışlar ve ticaret yollarının güvenliklerini sağlamışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin, 1243 Köse dağ Savaşı sonrasında Moğolların hâkimiyeti altına girmesi, her alanda olduğu gibi denizcilikte de gelişmelerini engellemiştir. Bundan sonraki dönemde denizcilikle, Anadolu'da kurulmuş olan Anadolu beylikleri ilgilenmeye başlamıştır. BEYLİKLER DÖNEMİNDE TÜRK DENİZCİLİĞİ Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra, Anadolu'da kurulan Türk beyliklerinden denize kıyısı olanlar birer donanma kurarak, kara ordusunun yanında deniz gücü de oluşturmaya çalışmışlardır. Ege kıyılarında Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Menteşeoğulları ve Karesioğulları ile Karadenizde de Candaroğulları ve Pervaneoğulları denizcilikle uğraşıp donanma gücü kurmuş olan Anadolu beylikleridir. Aydınoğulları: Aydınoğulları Beyliği'nin kurucusu olan Mehmet Bey, İzmir'i aldıktan sonra burada bir tersane yaptırarak denizcilik faaliyetlerine girişmişti. Mehmet Bey, İzmir ve Selçuk'ta kurdurduğu tersanelerde yaptırdığı donanması ile Sakız Adası'na seferler düzenlemiştir. Aydınoğulları Beyliği, Mehmet Bey'in oğlu Gazi Umur Bey zamanında denizcilikte önemli bir güce ulaşmışlardır. Gazi Umur Bey Sakız, Bozcaada, Semadirek ve Eğriboz adaları ile Mora ve Rumeli kıyılarına başarılı akınlar da bulunmuştur. Gittikçe kuvvetlenen Umur Bey, Bizans ile siyasi ve askerî ilişkiler kurmuştur. Bulgarlara karşı Bizans'ın yanında yer alan Umur Bey, Bizans'taki taht kavgalarından yararlanmasını bilmiştir. Ayrıca Umur Bey, Bizans'la birlikte Kili ve Eflâk bölgelerine de seferler düzenlemiştir. Gazi Umur Bey'in Ege'de gittikçe güçlenmesi üzerine, Papanın teşviki ile Venedik, Ceneviz, Rodos ve Kıbrıs donanmalarından oluşan Haçlı donanması, İzmir'e baskın yaparak, burada bulunan Aydınoğullarının tersane ve donanmalarını yakmışlar, İzmir'in bir bölümünü de işgal etmişlerdi (1344). Gazi Umur Bey kaybettiği yerleri geri almak için verdiği mücadelede şehit olmuştur (1348). Umur Bey, denizcilik alanındaki başarıları ile Türk denizcilik tarihinin en önemli şahsiyetlerinden birisi olmuştur. Gazi Umur Bey'in ölümüyle Aydınoğulları Beyliği'nde denizcilik faaliyetleri gerilemiştir. Saruhanoğulları: Ege'de güçlü bir donanma kurmuş olan Saruhan Bey, Foça ve Sakız Adası'ndaki Cenevizliler ile Midilli Adası'nı vergiye bağlamıştır. 1334 yılında Aydınoğlu Gazi Umur Bey ile birlikte Yunanistan ve Mora kıyılarına düzenlenen seferde, Saruhanoğulları donanmasına, Saruhan Bey'in oğlu Süleyman Bey komuta etmiştir. Saruhanoğulları Beyliği'nin üç yönden Türk beylikleri ile çevrili oluşu, onları deniz yönünde genişlemeye yöneltiş, bu nedenle de Saruhanoğulları güçlü bir donanma kurma zorunluluğu duymuşlardır. Menteşeoğulları: Menteşeoğulları da denizcilikle ilgilenmiş olan Türk beyliklerinden birisidir. Ege'de güçlü bir donanmaya sahip olan Menteşeoğulları, özellikle Mesut Bey döneminde, Rodos şövalyeleri ve Kıbrıs Krallığı ile başarılı mücadeleler yapmış ve Rodos Adası'nın önemli bir kısmını da ele geçirilmiştir (1300). Ancak ada daha sonra Rodos şövalyeleri tarafından geri alınmıştır. Mesut Bey'in oğlu Orhan Bey de, Ege'de ve Akdeniz'de önemli deniz seferlerinde bulunmuştur. Karesioğulları: Karesioğullarından Yahşi ve Demirhan Beyler, donanmaları ile Rumeli kıyılarında faaliyet göstermişlerdir. Bu beyliğin Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılması ile donanmaları Osmanlılara geçmiş ve bu donanma da gelecekte Osmanlı donanmasının çekirdeğini oluşturmada önemli rol oynamıştır. Candaroğulları: Karadeniz kıyısındaki Sinop şehrinde bir tersaneye sahip olan Candaroğulları, Karadeniz'de faaliyet göstermişlerdir. Bu beylik Osmanlılara geçtikten sonra Sinop, Osmanlıların Karadeniz'deki önemli bir deniz üssü durumuna gelmiştir. Pervaneoğulları: Deniz kuvvetleri olan beyliklerden bir diğeri de, Karadeniz kıyısındaki Pervaneoğulları Beyliği'dir. Pervaneoğulları, Trabzon imparatorluğu ve Cenevizlilere karşı başarılı mücadeleler yapmıştır. Pervaneoğulları, denizcilikte, özellikle son hükümdarları olan Gazi Çelebi döneminde çok güçlü duruma gelmişlerdir. Cenevizlilerle yapmış olduğu savaşlardan zaferle çıkan Gazi Çelebi, Kefe yakınlarında bir Ceneviz donanmasını yenilgiye uğratmış, ayrıca Cenevizlilerin Sinop'a düzenledikleri saldırıları da önlemiştir. Gazi Çelebi, Cenevizlilerin elinde bulunan Kırım üzerine de bir sefer düzenlemiştir (1313).
 
  Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol