TÜRK SİBER SAVUNMA KUVVETLERİ
  MEHMETÇİĞİN KATİLİ AKP’DİR
 

Erdoğan Gökçe Çanakkale Zaferi’ni kutlama ve Çanakkale Şehitlerini anma törenlerine katılan BOP eşsultanı Tayyip Erdoğan, katılımlarda yaptığı konuşmalarda, şehitlerimizi yere, göğe ve hatta tarihe bile sığdıramadı. Gören de sanır ki Tayyip Erdoğan şehitlerimize bu kadar çok değer veriyor, bu kadar çok saygı gösteriyor, bu kadar çok minnet duyuyor! Oysa kendisi değil miydi şehitlerimize “kelle” diyen! Kendisi değil miydi ABD Conilerinin Mehmetçiğin başına çuval geçirmesine nota bile veremeyen! Kendisi değil mi ülkemize kasteden emperyalistlerin Türkiye’yi parçalama görevlisi olan ve onlarla her türlü işbirliği yapan! Mehmet Akif’in ölüsünü tarihlere sığdıramadığı Mehmetçiğin, dirisini ABD çuvalına sığdıranlar bunlar değil miydi? ABD’nin Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye, İran’a ve hatta Türkiye’ye saldırısına en büyük desteği veren! Kendi ülkemizde veya komşu ülkelerde olsun emperyalistlere karşı vatanını savunurken şehit düşenlerin bir numaralı sorumlusu emperyalistlerle işbirliği yapanlar ve onların kucağında oturanlardır. Böylelerinin kalkıp şehitler üzerinden siyasi menfaat sağlaması, en hafif deyimiyle çifte standartlıktır. Bunlar değil miydi vatanımızı pazarlayan, milletimizi parçalayan, vatanı savunanları Silivri zindanlarına tıkan, bölücü ve gerici terör örgütlerini azdıran! Allah ile aldatıyorlar, din ile kandırıyorlar, şehitleri kullanıyorlar… Asıl amaçlarına ulaşmak için tüm değerleri bir ‘araç’ olarak kullanıyorlar. Ondan sonra da ahlaklı, dürüst vs. geçiniyorlar. Oysa bunların “Allah bir” demelerine bile inanılmaz. Ama nedense bunların “Allah 10” demelerine bile körü körüne inanıyorlar. Böylesine ipliği pazara çıkmış… amaçları, niyetleri, fikirleri, karakterleri net olarak anlaşılmış… açık, gizli hizmetleri, anlaşmaları, dolandırıcılıkları en ayrıntılı bir şekilde, çırılçıplak orta yere serilmiş…Buna rağmen yalanın, dolanın, riyakarlığın… bini bir para!... Yalan rüzgarı tsunamiye dönüşmüş durumda. Tüm bu gerçekleri, artık en küçük çocuklar değil, en aptal insanlar bile görebiliyorlar. Ama ne hikmetse birileri hâlâ bugün ışığında ortada duran bu gerçekleri görmüyorlar. Daha doğrusu görmek istemiyorlar. Çünkü onlar! Vatanı sadece mera olarak görüyorlar ve işkembelerinden başka bişey düşünmüyorlar. Her bağımsızlık savaşı aynı zamanda bir iç savaştır. Yani savaşın bir iç, bir de dış cephesi vardır. Ve en çok şehit, işte o iç savaş esnasında verilir. Atatürk, “…üç türlü araç ya da kuvvetin düşmana karşı kurduğu cepheler, iki niteliğe dönüşebilir: İç cephe, dış cephe. Temel olan iç cephedir. Bu cephe bütün yurdun, bütün ulusun meydana getirdiği cephedir.. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephedir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir; ama bu durum hiçbir zaman bir ülkeyi, bir ulusu yok edemez. Önemli olan, ülkeyi temelden yıkan, ulusu tutsak kıldıran iç cephenin çökmesidir.Bu gerçeği bizden daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne dek başarıda sağlamışlardır. Gerçekten ”’kaleyi içten almak”’ dışından zorlamaktan kolaydır.(…) Kesinlikle bildiririm ki, istemeyerek de olsa, düşmanlara ümit verecek en küçük bir belirti gösterildiği sürece, ulusal amaca ulaşmamız gecikir.” (söylev cilt I-II. Sayfa 413) Oysa AKP iktidarı bırakın düşmana ümit vermeyi, daha da beterini yapıyor ve düşmanın öncü kuvveti gibi ordumuza, milletimize, ülkemize saldırıyor. Ülkeyi parçalıyor, tüm ekonomik değerlerimizi talan ettiriyor. Vatan savunması yapan asker, sivil, aydın, sanatçı, emekçi tüm millici/ulusalcı güçlerle savaşıyor. Kurtuluş Savaşı döneminde de dış düşmandan çok içerideki iç düşmanlar askerlerimizi şehit etmişlerdir. Şimdi ise AKP iktidarı çok daha beterini, büyüğünü ve daha tehlikelisini yapmaktadır. Düşmanın silahla yapamadığını yargıyı kullanarak yapmıştır. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. tertiplerle ve hayasız saldırılarla, Türk ordusunu çökertmiş, dış güçleri ülkemizin dört bir yanına yerleştirmiştir. Türkiye-Suriye sınırını yolgeçen hanına çevirdiler… Ülkemizi 3. bir dünya savaşının hedefi ve ön cephesi haline getirdiler. Yarın o düşmanlar elini kolunu sallayarak gideceklerini mi sanıyorsunuz. Şimdiye kadar ‘MEHMETÇİĞİN KATİLİ AMERİKA’ sloganı atılıyordu. Bu aşamadan sonra MEHMETÇİĞİN KATİLİ AKP’dir. Çünkü AKP iktidarı ülkemizi parçalama, Diyarbakır’ı Ortadoğu’nun merkezi yapma, Barzani devletini koruma ve kollama görevlisidir. Ordumuzu çökerten, bölücüleri ve gericileri serbest bırakan merkezdir. ABD ve AB adına Mondros ve Sevr Antlaşmalarını uygulama görevlisidir. Açıkçası, Türkiye’nin birliği, bütünlüğü, bağımsızlığı, güvenliği ve geleceği için bir numaralı tehdittir. Kısacası ABD işbirlikçisi AKP’ye verilen her oy; mermi olarak Mehmetçiği vurmaktadır. Papaları olsa İzmir’i aforoz eder bunlar… Yılmaz Özdil Diyanet İşleri Başkanı, “İzmir’in farklı bir dindarlığı var, bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var, öyle olduğu için irfan geleneğinden geçmiş birinin İzmir’e müftü olarak atanması tesadüf değil” demiş. * Türkçe meali… Gavur İzmir diyememiş. Böyle demiş. * Muhterem İzmirliler… Allah, fikri hür vicdanı hür irfanı hür İzmir’i, bunların irfanından korusun. Aminnnn! Gavur İzmir zihniyeti bizim için hakaret değil, iltifattır; gavur İzmir kadar Müslüman olsunlar yeter. Aminnnn! Allah bu memlekete politikayı camiye sokmayan, dini siyasete alet etmeyen din adamları nasip etsin. Aminnnn! Bu coğrafyada Allah ile kul’un arasına giremedikleri her şehir, aslında biraz İzmir’dir… Kerameti kendinden menkul ruhbanların, İzmir’de Allah ile kul’un arasına girmesine müsaade etme yarabbim. Aminnnn! Milletvekilimizi hapseder. Başkanımıza 400 sene ister. Ulaşamadığı ciğere murdar der. Durmak yok, anca gider. Aminnnn! Rızık ile Zırnık... Bekir Coşkun “En az üç doğurun, rızkını Allah verir” diyor... Onun için Somali’ye Nihat Doğan ile bulgur gönderdiler... * 10 milyon çocuk acından öldü... BM raporuna göre her dakikada 5 yaşın altında 12 çocuk açlıktan ölüyor... Bu acından ölen çocuklar “gâvur” ülkelerinde değil... Böyle “rızkını Allah verir” diye doğurup doğurup ortalığa salan çoğu Müslüman ülkelerinde... * Allah tabii ki akıllı insanların “rızkını” verir... Sağlıklı nesiller yetiştiren... Çalışan... Üreten... Bakabileceği kadar çocuk yapan... Eğiten... Medeniyeti, sanatı, çağdaş bilimi öğreten... * YGS’de oğlunu beklerken kalp krizi geçirip ölen babaya sorsaydınız keşke: “Niye dayanamadı o kalp babacığım?..” * Her dört gençten üçü üniversiteye giremiyor... Dershane, kurs, hoca... Aile perişan, sabahlara kadar uyku yok... Üniversiteye girenlerin yüzde 80’i aile ekonomisini çökertiyor, orta gelirli aileler bile yemeyip içmeyip çocuklarının geleceğini hazırlamaya bakıyorlar... Sonra mezun oluyor yiğidim... İşsiz... * Endişe... Korku... Evham... Kara düşünceler bitirir babaları... Ve tüm bunlara dayanamadı Ali Can’ın babasının kalbi... * Allah ayrıca bir ülkeye aklı başında devlet adamları versin... 6-18 yaş arası 4 milyon çocuk beden işlerinde çalışıyor Türkiye’de... 800 bin kimsesiz çocuk, 200 bini merdiven altlarında... 3 milyon çocuk okula gidemiyor... * Allah, rızık yanında... Akıl verseydi, bir zırnık... Keşke çıksa öyle bir savcı!.. Selcan Taşçı Bana sorarsanız Bursa’da duyduklarından çok Manisa’da gördükleri bozdu kimyasını. Malum, çocukluğunu, ilk gençliğini, meslek yaşantısının ilk heyecanlarını yaşadığı, dört dönem milletvekilliğini yaptığı Manisa’yı MHP’ye  “kaptırmıştı” . Son seçimlerde  “aday” olarak bile giremediği şehirde, kendisini alt eden siyasi partinin liderini öyle alkış kıyamet halkın içinde görünce, hafiften bir ateş bastı herhalde. Sağlığını  “Türk hekimleri”ne emanet etmek de istemediyse; olacağı buydu tabii... İtiraf edin o kürsüye çıkıp,  “Öl de ölelim, vur de kıralım sözlerini onun da zamanı gelecek sözleriyle cevap vermek suç işlemeye teşviktir. Bu konuda savcılar ne düşünür bilmiyorum ama siyaseten Bahçeli’nin hayatının en büyük hatasıdır...”  dediği sırada  “havale”  geçiriyordu değil mi? Şuuru yerinde değildi zair! *** Milletvekilleri her gün  “Cumhurbaşkanı, Başbakan, (Bülent Arınç’ın da dahil olduğu) Hükümet üyeleri anayasal suç işliyor”  diye  “ihbar” da bulunurken,  “Civanı” bütün dünyanın şahitliğinde  “yasa dışı örgüt lideri”yle  “işbirliği”  yaparken,  “Süreç”  ortaklarından Gültan Kışanak  “Bir savcı çıkıp dava açarsa ne yapacağız”  diye alenen “suç işledikleri”  itirafında bulunurken, Kendi İçişleri Bakanları’nın  “Öcalan posteri asmak suç”  dediği gün, Diyarbakır’da üstelik de  “polis korumasında”  suç rekoru kırılırken, Bütün bu yasa dışılıkların “hamisi” durumundaki birinin çıkıp da  “savcıları göreve çağırması”  başka türlü izah edilebilir mi; Havaleye bağlı sayıklama hali! *** Hem; Kurtuluş Savaşı’nı  “İttihatçı maceracılığı”, Subayı, doktoru, öğretmeni, öğrencisi, köylüsü, kadını, erkeği Kurtuluş Savaşı veren bir milleti;  “serseri,” “çeteci”, “sırmalı haydut”, “eşkıya” diye nitelendirip, işgalcileri “İşte bizim ordumuz” diye alkışlarla karşılayanların, Cami minberlerinden, milli mücadelecileri “yağmacı güruh” ilan edenlerin, “Milliyetçilerin amacı milleti soymak aç bırakmak ve tamamen öldürmektir “diyenlerin torunları, Bursa mitinginde ortaya konan iradeyi alkışlayacak değildi ya... Ömrünü vatan ve millet davasına adayan kahramanlar hakkında “ölüm fetvaları” çıkaran dedelerinin izinden gidecekler tabiatıyla... *** “Keşke” diyorum... Keşke Arınç’ın “hedef göstermesi” ne karşılık “emriniz başım üstüne” diyen bir “Cumhuriyet Savcısı(!)” çıksa!.. MHP lideri hakkında “halkı suça teşvik”ten suç duyurusunda bulunsa... PKK’lıların “savaşa da hazırız” meydan okumasının suç sayılmadığı ülkede Türk Milliyetçileri’nin devletin bekası uğruna ne gerekiyorsa yapacaklarını ilan etmeleri hangi “suç”un kapsamına giriyormuş bir tanımlasa... Savcıların “Her sarı, kırmızı, yeşil renkleri barındıran bez ‘PKK sembolü’ olarak algılanamaz ki canım... Senegal, Kamerun, Bolivya, Gana, Benin, Gine ve birçok ülkenin bayrakları da sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşuyor ne olmuş yani “ gibi akla zarar gerekçelerle, terör örgütü propagandası yapanlar hakkında “takipsizlik” kararı verdiği bir ülkede; Keşke ya... Keşke öyle bir savcı çıksa da, Bursa’da ellerinde Türk bayrağı taşıyan yüzbinlerce insanı “suça azmettirilmiş” ilan etse; Biz de elimizde suç aletleri; İstanbul’da bir milyon kişi, İzmir’de bir milyon kişi, Adana’da bir milyon kişi, Ankara’da Bahçeli’nin arkasında bir milyon kişi, Aynı anda savcıların karşısına dikilsek; “Bu ülkeyi PKK’lılara ve TBMM’deki işbirlikçilerine bırakmamak suç mu? Bilerek ve isteyerek evet azmettik! Bu suçu işleyeceğiz” desek... Ne yapacaklar; Ne yapabilirler acaba? Silivri’ye de sığmaz ki! Tıpkı “darbeciler”in yaptığı gibi stadyumlara mı toplayacaklar milleti? Eee sonra! Ne güzel ileri demokrasi ama...

Bekir Coşkun haklı; “amiral gemisi” zodyak oldu  Radikal’in ” özel “ logosuyla yayınladığı manşet: “Kasımda yeni bir Türkiye” Bu da Hürriyet’in manşeti: “Bu süreç Kasım sonunda biter” Sözün özü: Piştiiiiii! Radikal’den Murat Yetkin’in de, Hürriyet’ten İsmet Berkan’ın da yazdıkları birbirinin tıpkısı; Aynı elden çıkmış gibi. Eee, bu durumda nerede kaldı Yetkin’in haberinin ” özel “liği! Hadi diyelim biri “Bak bomba gibi bilgi” diye bu arkadaşları yemledi... Daha fenası “Bir tek sana veriyorum haa” diye işletti. İyi de bu iki gazete de aynı gruba mensup değil mi? Hadi basılana kadar haberdar olmadınız; baskısı ilk biten gazete manzarayı belli ettiğinde uyanmaz mı insan, en azından “özel” logosunu çıkarmaz mı? Hiç mi birbirinizden haberiniz yok diyeceğim ama korkarım gazetecilik adına daha büyük bir sorun var Doğan Grubu’nda; sadece birbirlerinden değil dünyadan da haberleri yok! Hürriyet ve Radikal’in manşetten “atlatma” diye kasıla kasıla yayınladıkları haberi, Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, “Üç aşamalı takvim” başlığıyla bir gün önce 25 Mart günü yayınlamıştı! Bekir Coşkun, Medyaradar’dan Alev Gürsoy’a söylediğinde haklı galiba: “Hürriyet artık Hürriyet değil. Amiral Gemisi batmakla kalmadı, filika oldu. Zodyak.” Kasım’da Biter… Melih Aşık Dün birden fazla gazetede aynı tema işlenmişti: “Bu süreç Kasımda biter” PKK’nın çekilmesi işlemi sonbaharda tamamlanırmış... Nasıl  olacak bu iş? Tabii PKK’nın talep ettiği anayasal değişikliklerin o zamana kadar tamamlanması ve Öcalan’a özgürlük yolunun açılmasıyla... Nedir karşı tarafın dayattığı talepler? Bunu Türk kamuoyu bilmiyor... Bilmesinden de korkuluyor. Zabıtlar Milliyet’te yayımlanınca kopan gürültüyü gördünüz... Tayyip Erdoğan’ı daha çok ilgilendiren, “Türk usulü başkanlık” sistemini yeni anayasaya yerleştirmektir. Halkımız belli ki “Aman çekilme işi sonbahara yetişsin” diye referandumda evet vermeye zorlanacaktır. * * * Gidişata bakılınca anlaşılıyor ki... İmralı’da taraflar masaya ABD tarafından oturtulmuş... “Ne yapın yapın bir an önce anlaşın”, talimatı verilmiştir. Suriye ve İran’a karşı savaş hazırlığını hızlandıran ABD’nin iki tarafa da çok ihtiyacı var. * * * CHP’ye gelince... CHP lideri konuşmayarak ve vekillerini konuşturmayarak bu süreci desteklemektedir. İyi de... Acaba vekiller bunun “Onurlu bir suskunluk” olduğunu düşünüyor mu? Koltuk bu kadar mı sıcak? Akil adamlar... Bugünkü dersimiz Akil Adamlar... Akil Adamlar önerisi Abdullah Öcalan’ındır... Apo 2008’de şöyle diyor: “Devletin de seçeceği kişilerden oluşan bir komisyon olur. Demokratik ilkeler çerçevesinde taraflar arasında görüşmeler yapabilirler...” O nokta geçildi. Şimdi akil adamlar için başka görevler düşünülüyor. Kimine göre bu komisyonun esas görevi çekilmeyi denetlemek olacak. Başbakan Erdoğan’a göre ise akiller halkı ikna görevi üstlenecek: “Eskiden o psikolojik harekât denen ifadeler vardı ya. Bu toplumsal algıyı akil adamların hazırlaması lazım...” AKP’li Yasin Aktay’a göre: “Komisyon aynı zamanda çözümün PR’ını yapacak. Kamu diplomasisi yapacaklar. Sürecin düzgün bir şekilde işlemesine katkı yapacaklar. Kaygıları giderici toplantılara katılacaklar...” Kim kotaracak bu işleri... Adı “Kürtçü”ye çıkmış Cihangir entelleri mi? Ortaya atılan isimlerin yüzde 90’ı bu kategoriye giriyor... Bu arkadaşların halk nezdinde bir ağırlığı yoktur... En iyisi ve dürüstü, AKP’nin verdiği tavizleri halka gerekçeleriyle izah etmesidir. AKP iktidarı PKK’ya gösterdiği dostluğu aydınlara gösterse “demokrasi yıkılmaktan”, askere gösterdiği düşmanlığı PKK’ya gösterse “ülke terörden” kurtulurdu... Akif Kökçe Millet Aralarında sayın Prof. Dr. Halil İnalcık, Alev Alatlı, Prof. Dr. İlber Ortaylı, e. Org. Edip Başer, Hüsamettin Cindoruk, Mustafa Destici, Osman Pamukoğlu, Talat Şalk gibi isimlerin bulunduğu 200’den fazla bilim, devlet, siyaset ve edebiyat adamı tarafından imzalanan “Türk Milletine Çağrı” bildirisi, geniş bir katılımla bugün  11.00’de Ankara Sürmeli Otel’de kamuoyuna sunulacak... İmzacıların uyarıları şöyle sıralanıyor: 1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz. 2. Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz. 3. Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam eden Türk Milleti’nin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “İzmir’in dindarlığı farklı” demiş. Doğrudur. O yüzden “din tüccarları” İzmir’de oy değil havalarını alır! Fahrettin Fidan Kartal CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi Hakkı Sağlam, Büyükşehir Belediyesine Kartal metrosunu soruyor: “Hattın bazı bölgeleri ile istasyonlarda su sızıntısının nedeni nedir? Nasıl giderilmesi düşünülmektedir? Müteahhit firmanın bu konuda kusuru var mıdır? Varsa hangi işlemler yapılmıştır?” Su sızıntısı yolcuların da dikkatini çekiyor. Kaygı yaratıyor. İstanbul Belediyesi bu konuda bir açıklama yapmalı... Açılalı henüz bir yılı bile bulmayan Kartal metrosunda yolculuk edenler tedirginlik yaşamamalı... Akil mi, Makul mü? Metin Özkan Malumunuz son günlerde, Memleket işi gücü bıraktı, Kürt sorunun çözümü için kurulacak komisyonu, Ve o komisyonda görev alacak, "Akil adamları" konuşuyor. Akil Adamlar Komisyonu'nun temel işlevi, Çözüm sürecinin sağlıklı işleyişini temin etmek olacakmış. Yani çıkması muhtemel her hangi bir sorun da, Bu komisyon aracılığıyla giderilecekmiş. *** İsminin baş tarafına "akil" sözcüğü konunca, Kendisini bir halt zanneden bu tayfa aynı zamanda, PKK'nın sınır dışına çekilme sürecinde ortaya çıkabilecek aksaklıkları da engelleyecekmiş. Peki, kim bu akil adamlar? "Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Yaşar Kemal, Kadir İnanır, Jülide Kural, Tarhan Erdem, Ali Bayramoğlu, Rifat Hisarcıklıoğlu, Fazıl Hüznü Erdem, Vahap Coşkun, Mithat Sancar..." Neden aralarında tek bir akademisyen, Tek bir uzman, Tek bir muhalif yok? Nerede hükümet yanlısı, Nerede BDP taraftarı, Nerede PKK sempatizanı varsa akil adam seçilmiş. Çünkü bunların birçoğu; "PKK'lılar iyi çocuklar" diyen tayfadandır da ondan. Hepsi bu kadar mı? Tabi ki değil, Yeni Kürt modelini halkın süzgecinden geçirip, "Akıllı, zeki, tecrübeli, sağduyulu, danışılası, tanışılası kişiler" olarak, Millete; "Çözüm sürecini provoke etmeyin" diyecekler. Kimi bunu kapı kapı dolaşarak yapacak, Kimi gazetesine yazacak, Kimi de derslerde anlatacak. Tabi tüm bunlar olup bittikten Kimse yeni yapılacak anayasadan rahatsızlık duymayacak. *** Aslında bakarsanız, Türk halkı bu sisteme haddinden fazla alışık! Çünkü... Akil adamlar konuştuğunda onlar hep sustular da ondan. Ancak... Kimse unutmasın ki, Sessiz çoğunluk içten yanmalı motor gibidir. Gürültüsüz çalışır ve asla tozutmaz. Çünkü onlar akil değil makul insanlardır. Yeri ve zamanı geldiğinde , En makul cevabı da bu makul insanlar verecektir. Akil insanlara duyurulur! “Genişletilmiş Misak-ı Milli” Bülent ESİNOĞLU Misak-ı Milli ifadesi, bize Kurtuluş Savaşından kalan bir yadigardır. Öcalan’ın ağzında, başka maksatlarla durmaktadır. Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Büyük Orta doğu projesi gibi, Öcalan, Genişletilmiş Misak-ı Milli’den bahsediyor. Genişletilmiş Misak-ı Milli havucu; Öcalan ve Amerika’nın geçiş dönemini geçiştirmek amacıyla, milliyetçilere ve bölünmeye karşı olanlara uzatılmış havuçtur. Milliyetçi muhalefeti kırmanın yolunu, Amerika Genişletilmiş Misakı Milli İle aşacağını sanıyor. Öcalan ve Amerika Misakı Milli derken, “bölünme yok, büyüme var” yalanını halka kavratmasının, yolu olacağı anlaşılmaktadır. Bölünmeyi gizlerken söylenecek yalanın, büyüme hedeflenerek gizlenmesidir. Yani Genişletilmiş Misakı Milli ABD’nin BOP Projesinin ta kendisidir. Öcalan’ın açıklamalarında, Türk halkının her kesimine, onların muhalefetlerini kırmaya yönelik ifadeler vardır. İktidarda İşbirlikçi İslam olduğundan, onlarla bütünleşecek söylemler önemli yer tutmaktadır. İslam-i bütünleşme, İslamcı kesime, Genişletilmiş Misakı Milliye, milliyetçi ve geçici genişlemeden nemalanacak Türk burjuvazisini muhatap olacak şekilde hazırlanmıştır.(petrol) Öcalan’ın Nevruz açıklamaları, belli ki, Amerikalı strateji uzmanı psikologlar tarafından gözden geçirilmiştir. CIA uzmanı Vamık Volkan’ın Türkiye’de yeniden sahnede olması da, bu tahminimizi doğrulamaktadır. Bilindiği gibi, Vamık Volkan, CIA’nin psikolojik ordusunun komutanıdır. Ülkelerin bölünmesi, savaş öncesi hazırlanma ve buna benzer dönemlerde travmaları yönetmek üzere hazır bulunan kişisidir, Vamık Volkan. Amerika’nın Büyük Kürdistan’dan (siz onu büyük İsrail diye okuyun) vazgeçmesi İmparatorluğundan vazgeçmesi anlamındadır.  İsrail’in bir gün önce, Suriye’ye savaş niteliğinde saldırısı ise, denklemi açıklar niteliktedir. Denklem şöyle kurulmuştur. ABD+İsrail+ AKP+ Özgür Suriye Ordusu+Barzani, bunun karşısında, Türk halkı+İran+Suriye +Irak olarak görünmektedir. Barzani’nin rahatsızlık duyacağı yerde, gelişmelerden memnuniyet duyması bile genişlemenin geçiciliğini, bize açık seçik söylemektedir. Türk Ordusunun himayesinin, tek Kürdistan kurulana dek olacağını biliyor. Çünkü Amerika ile işler böyle konuşuluyor. Barzani’nin Irak ve İran’a karşı güçlendirilmesinden sonra bağımsızlık ilanları yapılacaktır. Suriye PYD’si katıldıktan sonradır, bağımsızlık ilanı… Önce Türkiye federatif, özerk bölgelere ayrılacak, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi ile birleşerek bağımsızlık ilanı yapılacaktır. Türkiye’yi önce büyütelim, sonra böleriz düzenlemesi; Amerika’nın BOP Projesi gereğidir. “Ne bölünmesi, bu bölünme paranoyasından bir türlü kurtulamadık. Bölünme korkusunu yaratanlar. Türkiye’nin Kuzey Irak’taki petrol kuyularına ulaşmasını istemeyenlerdir.” Bu şekilde propaganda yapanlar, yarın Kürdistan Bağımsızlık ilanında da Atatürkçüleri suçlayacak bir yol bulacaklarını sanıyorlar. Boşuna heveslenmesinler, Çünkü biz Atatürk’te birleşerek geliyoruz. CAN BEDENDEN ÇIKMADIĞI SÜRECE, MÜCADELEMİZ SÜRECEKTİR… Ali Eralp Şu on yıllık AKP döneminde yaşadıklarımızı rüyamızda görsek inanmazdık. Cumhuriyet bitirildi. Ordu paramparça edildi. Komutanlar zindanda… Okullar imam hatiplere dönüştürüldü. Sokakları, caddeleri, resmi kurumları türbanlılar, çarşaflılar, cübbeliler, şalvarlılar sardı. Arabistan’a döndük. Mecliste milletvekilleri, çember sakallılarla “hatıra fotoğrafları” çektiriyor. Hem de Atatürk’ün şeriatçılara, emperyalizmin işbirlikçisi yobazlara karşı verdiği mücadele sonunda kurulan Türkiye Büyük Millet meclisinde… Türk, Türklük, ulus devlet, Atatürk bölücülerin, şeriatçı yobazların baş düşmanı oldu. Onları Hedef tahtasına yatırdılar. “İstediğiniz kadar atış yapabilirsiniz, atış serbest” dediler. Şu ülkeye zarardan, ziyandan başka hiçbir katkısı olmayan, 40 bin kişinin katili, devlete yön vermeye, ülkenin yol haritasını çizmeye başladı. Hem de Yedi düvelle savaşıp, Osmanlının küllerinden yepyeni bir ulus yaratan Mustafa Kemal’lerin, İnönülerin önüne geçerek… Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi yasaklandı, Bebek Katili APO’nun Hitabesi, tüm Türkiye’nin ve 40 bin şehit anasının gözü önünde hem Kürtçe, hem Türkçe Diyarbakır Meydanında okundu. Utanmadılar, sıkılmadılar, hicap duymadılar… Ulusal bayramları yasakladılar, kutlamaya gidenlerin önüne barikatlar çektiler, gözlerine biber gazı sıktılar, kışta kıyamette onları basınçlı sularla ıslattılar, ama Nevruzu Kürtlerin bayramı olarak ilan ederek; paçavra bayraklar, APO posterleri altında bölücülerin özgürce kutlamalarına yardımcı oldular. Türkiye Cumhuriyeti Devletine “H’astir” çeken Kürt milliyetçisi, Cumhuriyet düşmanı bir belediye başkanının elinden Dışişleri Bakanı çiçekler aldı. Özel yargıçlar, savcılar, Türkiye Cumhuriyetinin Genel Kurmay Başkanlarını, komutanlarını tanık olarak kabul etmedi. Dinlemedi. PKK katillerinin, ruh hastalarının tanıklığı ile yurtseverlere cezalar yağdırdılar. Ve nihayet, sata sata memlekette orman, tarla, arsa bırakmadı bu AKP. Tüm kutsal varlıklarımızı yandaşlara, yabancılara peşkeş çekti. Yağmaladı. Altından girip üstünden çıktı. Yunanlılar adalarımızı işgal etti. Göz yumdu. Görmezden geldi. Bir taraftan Kemalist Cumhuriyete ve onun mirasına savaş açtı, bir taraftan da hayırsız mirasyediler gibi cumhuriyetin el emeği, göz nuru mallarını satarak iktidarını ayakta tuttu. AKP dönemi, milyarderlerin, ayrık otları gibi çoğaldığı, açlık sınırı altında yaşayan yoksulların ise çığ gibi büyüdüğü bir dönem oldu. AKP dönemi halkı afyonlamak, beyinleri narkozlayıp, uyuşturmak için “Sadaka Ekonomisi”nin, ”Din Tacirliği”nin tepe tepe kullanıldığı bir dönem oldu. AKP dönemi, şeref yoksunu, yalaka basının emir eri gibi görev yaptığı, gerçekleri halkın gözünden saklayabilmek için dizilerle, eğlencelerle, “İzdivaç programları” ile aç, biilaç insanlara göbek attırıp, köçekler gibi oynattığı bir dönem oldu. Hepsinden önemlisi, AKP iktidarı, Türk ordusunun başına Amerikalılar tarafından çuval geçirilen bir dönemin iktidarı olarak tarihe geçti. Zaferlerle, yiğitliklerle dolu, şanlı tarihimize kara bir leke olarak yazıldı. Şairin dediği gibi: “Nesini söyleyeyim canım efendim / Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim / Arzuhal eylesem deftere sığmaz / Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim…” Kolumuz omuzdan kesilmiş, kesilmesine de, “Durum bu, genel görünüm bu” diye biz de hayınlığa, satılmışlığa, ihanete teslim mi olacağız? Olup bitene seyirci kalıp, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mı” diyeceğiz. Yani mücadeleden vaz mı geçeceğiz? Asla ve kat’a… Şimdi “Bu memleket adam olmaz, bu uyuşturulmuş halkla bir şey yapılmaz”, yani ozanın deyişi ile “Gayri düzen tutmaz telimiz bizim” diyenlere sesleniyoruz: “CAN BEDENDEN ÇIKMADIKÇA, NEFES ALDIĞIMIZ SÜRECE, UMUT VAR DEMEKTİR.” Can bedenden çıkmadıkça, nefes aldığımız sürece mücadelemiz sürecektir… Hem de kurtuluşa dek, sonuna dek… Bir öykü vardır. Yıllardan beri anlatılır: “Pers Sultanı iki adamı ölüme mahkûm etmiş. Sultan”ın atını ne kadar çok sevdiğini bilen mahkûmlardan birisi hayatını bağışlarsa bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş. Dünyadaki tek uçan ata kendini binerken hayal eden Sultan bunu kabul Etmiş… Diğer mahkûm inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve “Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar.” ”Pek değil” demiş birinci mahkûm. “Kendime dört özgürlük şansı veriyorum. Birincisi, Sultan bu yıl ölebilir. İkincisi, ben ölebilirim. Üçüncüsü, at ölebilir. Dördüncüsü, ”Belki ata uçmayı öğretebilirim..!” ATATÜRK OLACAĞIZ. Atatürk gibi “Ata uçmayı öğreteceğiz.” Asla ve kat’a mücadeleden vaz geçmeyeceğiz. Kararlı, dirençli, korkusuz, cesur olacağız. “Ölmek var dönmek” yok, “Ya istiklal ya ölüm”, “Geldikleri gibi giderler” diyeceğiz. Sonunda, “İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili de olsalar, Cebren ve hile ile aziz vatanımızın, bütün kalelerini zaptetseler, bütün tersanelerine girseler, bütün ordularını dağıtsalar ve memleketimizin her köşesini bilfiil işgal etseler” biz yine de mücadelemizi sürdüreceğiz ve Atatürk’ün doğulu milletvekillerine sorduğu soruyu soracağız: “BİR GÜN BU TARAFLARA GELİRSEK, HAZRO DAĞLARI BİZİ SAKLAR MI?” Kılıçdaroğlu ‘muhalefet’i kime devretti? Mustafa Mutlu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dün partisinin grup toplantısında CHP’li milletvekillerine Başbakan Erdoğan’ın görüntülerini izletti. Bu görüntüler Erdoğan’ın, birbiriyle çelişen sözleriydi. CHP’nin grup toplantı salonuna konulan ekranda tam bu görüntüler dönmeye başladığında; birkaç kanal hariç, toplantıyı “canlı” yayınlayan bütün haber kanalları yayını kesti! Peki neydi o çelişkili sözler? Buyurun, okuyun: Tarih Ekim 2009, Erdoğan konuşuyor: “Dün Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur, Türkiye’de bir şeyler oluyor, iyi şeyler oluyor, güzel şeyler oluyor. Umut verici gelişmeler oluyor.” Tarih Mart 2013, yine Erdoğan konuşuyor: “Bunun bir şova dönüştürülmesini arzu etmiyoruz. İkinci bir Habur yaşamak da istemiyoruz.” Tarih Ağustos 2010, Erdoğan konuşuyor: “Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu bir iktidar, hiçbir zaman terör örgütüyle masaya oturmamıştır ve oturmaz.” Tarih Aralık 2012, yine Erdoğan konuşuyor: “Ada’yla görüşme yaptırırız. Kimlerle? İşte bu işlerle görevli olan elemanlarımız vasıtasıyla... Ha bu arada İmralı’yla ilgili görüşmeler yine olabilir. Tarih Mayıs 2012, Erdoğan konuşuyor: “Adının başında milletvekili sıfatı olanlar, adının başında genel başkan sıfatı olanlar pervasızca çıkıp dağdaki gençleri teşvik edebiliyor.” Tarih Şubat 2013, yine Erdoğan konuşuyor: “Beğenirsin beğenmezsin. (PKK’lılarla kucaklaşan BDP’li vekilleri kast ediyor.) Bu gelenler bu ülkenin seçilmiş milletvekilleridir.” Tarih Ağustos 2010, Erdoğan konuşuyor: “Biz geldik, Esad kardeşimle oturduk, iki ülke arasındaki meseleleri konuştuk.” Tarih Aralık 2012, yine Erdoğan konuşuyor: “Kardeşlerim. Şu anda dünyada 100’ü aşkın ülke bu kardeşimizin (Suriyeli muhaliflerin lideri Muaz El Hatip’i gösteriyor) ve ekibinin liderliğini kabul etmiş vaziyette. Bu ne demektir? ‘Ey Esed. Biz seni artık tanımıyoruz. Hadi defol’ demektir.” Tarih 1994, Erdoğan konuşuyor: “Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar.” Tarih Mayıs 2007, yine Erdoğan konuşuyor: “Laiklik tüm inançlara eşit mesafededir ve onların güvencesi durumundadır. Ama bunu İslam karşıtı olarak getirdiğiniz zaman burada bir yanlışa düşersiniz.” Tarih Kasım 2010, Erdoğan konuşuyor: “Milliyetçilik belli idealler, belli değerler etrafında buluşmak, bir gelecek vizyonu etrafında kenetlenmek, insanlığın tamamının huzur ve barışı adına tek yürek hâline gelmektir.” Tarih, Şubat 2013, yine Erdoğan konuşuyor: “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.” Tarih Eylül 2010, Erdoğan konuşuyor: “Bize oy versin vermesin, bize gönül versin vermesin, bizi sevsin ya da sevmesin her bir vatandaşımın yaşam tarzı bizim namusumuzdur.” Tarih Ocak 2013, yine Erdoğan konuşuyor: (Bir vatandaş ‘Sana oy yok’ diye bağırıyor.) “O oy senin olsun. Al o oyu kendine sakla. Onu sen, vermen gereken yere ver.” Tarih Mayıs 2011, Erdoğan konuşuyor: “Bu ülkenin Başbakanı, soruyorum sizlere bir anma törenine gider de bir korgeneral orada ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir. Kalkmadığı anda da tabii bedelini öder, o ayrı mesele... Zaten de bedelini ödedi!” Tarih Ocak 2013, yine Erdoğan konuşuyor: “Bu insanların moral değerler noktasında, motivasyon noktasında eğer biz darbeyi vurursak biz bu terörle mücadelede çok büyük darbe yeriz. Neredeyse komuta kademesinde oralara gönderecek subayımız kalmıyor ya, böyle şey olmaz!” Neden izletti? Peki; Kemal Kılıçdaroğlu dün bu görüntüleri neden izletti? Onun amacını bilemem ama ben anladığımı söyleyeyim: Sanırım, “Biz yeterince muhalefet yapamıyoruz ama zaten Başbakan bu işi de bize bırakmıyor” demek için... Yukarıdaki çelişkili sözlere bakınca; haksız da sayılmaz hani! GÜNÜN SORUSU Soru, Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker‘den: Suça bulaşmış, eli silahlı kişilerin, ellerini kollarını sallayarak ülke sınırları dışına çıkmalarına izin verilmesi, hiçbir yasamıza ters düşmüyor mu? Düşüyorsa, bu hukuk katliamı, toplum vicdanına nasıl anlatılır? Uyan Türkiye... (24) Ergenekon davasında ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen bilim insanı Fatih Hilmioğlu, kanser... Ancak “tedavi hakkı”, bizzat yargılandığı mahkeme tarafından engelleniyor. Ölümcül “uyku apnesi” hastalığına yakalanan Emekli Üsteğmen, Avukat Serdar Öztürk de Hilmioğlu tahliye edilmediği sürece tedaviyi reddediyor. Günlerdir hep birlikte devlet yönetiminde söz sahibi makamlara duygularımızı yazarak, duyarsız kalmamalarını istiyoruz... Bugün sıra Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan‘da... Faks: (0312) 215 06 84 E-posta: ozelkalemburo@ekonomi.gov.tr Demokrasi İleri, Barış İvedi! Mine G. Kırıkkanat Yaşadığımız dünyada ve vatan sathında, uğruna kan dökülüp can vermeye değecek hiçbir soylu amaç kalmadığına inanıyorum. PKK ile görüşülmesinden yanayım ve dahi el sıkışılmasına, silahların susmasına sevinirim. Yaşadığım zaman diliminde, insanlara ülkü diye gösterilen tüm hamasi hedeflerin ardında ya kişisel ya da uluslararası, ama hep siyasal hırslar ve ekonomik çıkarlar olduğunu gördüm. Savaşların ancak onların hırs ve çıkarlarına yaradığını, sözüm ona savundukları toplumlara daima zarar verdiğini, kahramanlık zılgıtlarıyla cepheye gönderdikleri gençlerin ufkunu da acı ve ölümle tıkadığını çoktan anladım. Hangi vatanı niçin savunacaklarını bilmeden ve zaten istemeden askere gönderilen Türk gençleriyle; ailesine mi, yoksunluğa mı, yoksa geleneklere mi kızıp dağlara çıktığını pek de ayırt edemediğim Kürt gençlerinin birbirini öldürmesi, neye değebilir? Cefasını çekenlerin sonunda sefasını süremeyeceği hangi yararla açıklanabilir? *** Alışveriş merkezlerinde, sivillerin arasında patlayan bombalar, bireysel mayınlara kurban giden çocuklar, nasıl bir ülküyle doğrulanabilir? Yazarlığa başladığım 1996 yılından beri Kürtlerin anadil ve kültürel kimlik haklarını savunmuş biri olarak, bu alanda alınan yol, beni de mutlu ediyor. Çünkü demokratım. Hatta kansız ve savaşsız, Çekya ile Slovakya arasında bölünen Çekoslovakya gibi, Kürtlerin de Türklerin de birbirlerinden ayrılmak hakkına saygı duyarım. Zorla birlik olunamayacağını, olunsa da kalınmayacağını bilirim. Ama nihai istemleri ne olursa olsun, Kürtçüler 30 yıl süren bir savaş yerine 30 yıl süren siyasal bir mücadelede hem daha sağlam, hem daha köklü kazanımlar elde ederlerdi, diye düşünüyorum. En ağır bedelin ödendiği siyasal mücadele bile bunca uzun sürmez, bugün gelinen noktadan daha geride kalmaz; ama barış çok daha sağlam, çünkü bağışlamak her iki taraf için de daha kolay olurdu. Oysa savaşla geçen 30 yılda, araya oluk oluk kanla birlikte, kin girdi! *** Her savaşın ardından bir barış yapılır, evet. Ama toplumsal bağışlamanın izlemediği hiçbir barış kalıcı değildir. AKP ile PKK, öldürmekten ve ölmekten yorulmuşluğun ateşkesini kutluyorlar. Kimin teslim aldığı, kimin teslim olduğu ve eğer teslim alan veren yoksa, tarafların hangi hedeften caydığı, neden nedamet getirdiği kesinlikle bilinmeyen bu barış avazı, bence inandırıcı olmadığı gibi, ciddi de değil. Hatta epeyce gülünç! 30 yıl dövüştükten sonra bir Nevruz’da barışmak, ölü evinde ağlarken kapı gıcırdayınca kalkıp oynamaya benzemedi mi biraz? PKK’nin açılımı Partiya Karkeren Kürdistan, yani Kürdistan İşçi Partisi’nin ideolojisi Marksist-Leninist sosyalizme dayalı Kürt milliyetçiliği, zaten bayrağı da kızıl yıldızlı değil mi? Abdullah Öcalan’ın “İslam bayrağı altında ortak yaşam” çağrısıyla ateşkes ilan eden PKK’liler peki ne şimdi? Kurucu başkanlarıyla birlikte hidayete mi erdiler, yoksa Marksist-Leninist-sosyalist İslam ümmetine dayalı Kürt milliyetçisi mi oldular? Tanrıtanımaz Marksist-Leninist vb. düşmanı İslam âlemi, dün neyse, bugün de o. Demek ki Öcalan imana geldi, PKK’nin alnı da secdeye değdi! *** Önderleri, malum barış nutkunda Alevi Kürtlerden hiç söz etmediğine göre, İslamın da Sünnisini seçmiş görünüyorlar. Aynı Öcalan’ın pek savunduğu kadın erkek eşitliği ve cinsel özgürlüğü, İslamiyetle nasıl bağdaştıracağı gibi ciddi sorular bile sormuyorum... Merakım, acaba bayraklarındaki kızıl yıldızı ne yapacaklar? Belki de yanına yeşil hilal diker, böylece Marksist-Leninist şeriat sancağının mucidi olurlar! PKK ideoloğunun Fethullah Gülen’e gönderdiği selamlara, “Onu en iyi anlayan benim” mesajına bakılırsa, hazretin Türk İslam sentezini örnek alan Kürt İslam sentezi hazır! Her yolun İslamiyet’e çıktığı bu topraklar, dağlara taşlara, “Ne mutlu Müslümanım diyene...” yazılmasını hak etti artık. Marksist-Leninist Sünni İslamcı nasıl olunur, bilemeyeceğim. Ama Abdullah Öcalan’ın PKK’yi biçimleyen ideolojisi zaten tek kelimedir: Oportünist. İleri demokrasiye ivedi oportünizmle barışmak belki yarar, belki yaramaz. Ama çok yakışacak. G NOKTASI Bıçağımla kestim karanlıkları   kendi sabahlarımı yarattım mermi seslerinde sakladım sessizliklerimi kimselere duyurmadım hayatlardan da geçtim ölümlerden de yoğuran eller gibi yoğrulan hamurlar gibi yoruldum bütün şehrin terk ettiği eski bir parkta şimdi kocaman ekmeğimle kaldım nerde kaldı bütün yaptıklarım kim getirdi buraya beni unuttum A.KADRİ ERGİN “Sahte barış, açık savaştan daha yıkıcıdır.” HİNT ATASÖZÜ Açılımın “tamamen duygusal” sebepleri! Arslan Bulut Tayyip Erdoğan, bir taraftan PKK ile görüşmeleri sürdürürken, diğer taraftan, Kuzey Irak’taki petrol ve doğal gazın çıkarılması ve Türkiye üzerinden pazarlanması konularında önemli adımlar attı. CHP İzmir milletvekili Aytun Çıray, AKP iktidarının, Barzani yönetimi ile gizli bir anlaşma imzaladığını, petrol ve doğal gaz sevkiyatında, Powertrans ve Siyah Kalem adlı iki şirkete imtiyaz verildiğini söyledi. *** Habertürk gazetesinde Serpil Yılmaz, Delta Petrol Başkanı Mehmet Habbab’ın, “Kürt yönetimi taşıma lisansını Çalık Grubu’na ait Powertrans’a verdi. Biz bir-iki tank tahsis etmeyi önerdik, ancak onlar dolum garantisi veremediler. Powertrans da Toros ile anlaştı. Günde 100 tonla başladılar, sonra 1000 tona kadar çıktılar” dediğini yazdı. Reuters’e göre, Powertrans’ın ana alıcısı Trafigura ve Vitol şirketleri.. Birgün gazetesinden Gülşah Karadağ’ın haberine göre Powertrans, Singapur merkezli bu iki şirkete ait. Powertrans, güç iletimi demek. Enerjinin iletimi de denilebilir. Powertrans adıyla dünyanın her ülkesinde bir enerji şirketi var! Vatikan merkezli olanı da var, ABD, Kanada, Çin veya Hindistan merkezli olanı da.. İstanbul, Şişli merkezli Powertrans’ın iki sene önce kurulduğu ve Irak petrollerini taşıma imtiyazını aldığı biliniyor. CHP İzmir milletvekili Aytun Çıray, “Türkiye, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile Meclis’ten geçirilmemiş bir anlaşmayı fiilen hayata geçirmiş durumda. Bu petrolü üreterek Türkiye’ye gönderen Genel Energy şirketinin genel müdürü Tony Hayward 17 Ocak 2013’te bir açıklama yaptı ve petrol sevkiyatına cevaz veren anlaşmanın niteliğinin ‘devletten devlete’ olduğunu söyledi. Bu gizli anlaşmalar dış politikada cumhuriyet tarihinin en büyük kumarıdır” dedi. Yani Türkiye, Barzani yönetimi ile anlaşma imzalamak suretiyle, bölgesel yönetimi bağımsız bir devlet olarak tanımış oluyor. Doğal gazın Türkiye’ye getirilme imtiyazı ise Siyah Kalem adlı bir şirkete verildi.. Aydınlık’tan Esra Atalay’ın haberine göre şirketin sahibi olarak görünen Cengiz Özdemir’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığını yaptığı biliniyor. ABD’li Exxon Mobil şirketi ise bu anlaşmadan rahatsızlığını Irak yönetimine bildirdi. Ardından Mesud Barzani Davos’ta, Chevron Başkan Yardımcısı Jay Pryor ile görüştü. Chevron, Barzani’den Karadağ petrol sahasının imtiyazını aldı. *** Çalık Holding ise Irak petrollerini dünya pazarlarına taşıyacak “Silopi-Yumurtalık petrol boru hattı”nı inşa etmek için Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne başvuru yaptı. Başvuru, Resmî Gazete’de yayınlandı. Bu arada, AKP’nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı yönetim kurulu başkanı ve genel müdürü olarak atadığı Saim Dinç, 2007 yılında Çalık Holding Enerji Grubu başkanlığına getirildi. Irak Bölgesel Yönetim Başbakanı Neçirvan Barzani, geçen yıl Dünya Ekonomik Forumu’na katılmak için geldiği İstanbul’da Tayyip Erdoğan ile görüştü. Neçirvan Barzani’nin son ziyaretinin de konuyla ilgili olduğu biliniyor.. İngiliz petrol şirketi British Petrol ise Kerkük petrollerini işletmek için Maliki yönetimi ile görüşmeler yapıyor. Barzani yönetimi, Kerkük’te hak iddia ettiği için görüşmeye tepki gösterdi ve böyle bir anlaşmanın uygun olmayacağını öne sürdü. ABD’li petrol devi Exxon Mobil ise hem Bağdat hem de Erbil ile görüşüyor.. *** Kısacası, Tayyip Erdoğan’ın PKK meselesini ne şekilde olursa olsun bir an önce çözmek konusunda acelesi var.. Acelenin sebebi, Kuzey Irak petrolü ve doğal gazının kim tarafından çıkarılacağı ve taşınacağı meselesi gibi görünüyor. Yani açılımın sebebi tamamen duygusal! Çekilme yerine ‘lağvetme’ neden olmuyor? Ruhat Mengi Televizyonlar, gazeteler devamlı “geri çekilme” muhabbeti içindeler.. “PKK sınır ötesine güvenli çekilme için yasa çıksın istiyor”.. “TBMM geri çekilme için devreye girerse ne olur, girmezse ne olur”.. “Geri çekilmenin güvenli olması için akil adamlar aranıyor”.. Ve daha insanın içine baygınlık getiren, günlerdir bitmek bilmeyen bir sürü tartışma, laf kalabalığı.. Bazı okurlarımız haklı olarak soruyorlar; “PKK zaten sınır ötesinden gelip, bombalayıp, mayın döşeyip, saldırı yapıp gitmiyor muydu? Sınırın öbür tarafına çekilmesi ne fark edecek?” Bazı okurlarımız da “ne yapılırsa yapılsın, açıktan açığa bir geri çekilme sırasında provokasyonlar önlenemeyebilir, bu da çok kötü olur” endişesinde.. Silah bıraksın, çekilmesin! Oysa bütün bunlara hiç gerek yok, sorunun ta kendisi PKK’nın “silah bırakma”yı kabul etmemesinde yatıyor. İsrarla “silahı toptan bırakma” yerine “ateş kes, eylemsizlik vs. vs” diye oyalama yaptıkları için ilerleme kaydedilmiyor. Bu geri çekilme tartışmasını yapacaklarına “Madem ki böyle bir süreç başladı, kardeş kardeş bir arada yaşamayı kabul ediyoruz, madem ki o teröristlerin de bu ülkenin vatandaşı olduğunu söylüyoruz, Hükümet tarafı da ‘her tür talebimizi karşılamaya’ yakın görünüyor, biz de terörü toptan bitiriyoruz. Artık bir terör örgütü ve terör girişimi hiç olmayacak. Terörist de olmayacak” deseler olmaz mı? Tek tek sayacak mısınız? Bütün teröristlerin sınır ötesine çekildiğini kim anlayabilir ki zaten? Alnında bir işaret filan mı var hepsinin? Sınır ötesinden (Irak’tan, Suriye’den, İran’dan) istediği anda geri geldiğine göre hepsi çıksa ne anlamı var? Bazı evlerde “bir kardeşin dağda, diğerinin şehit asker olduğu” haberlerini görmedik mi, dağdakiler evlerine hiç mi uğramıyor? Birçok evde terörist olsa bile anlaşılabilir mi? Bu “çözüm” denen süreçte BDP ve PKK her tür taleplerini adeta dayatarak söylediler, silahlı güçlerinin geri çekilmesinden söz ettiler ama “Terör örgütü sürecinin biteceğini” hiç söylemediler. Eğer ilerde yeni talepler için “aynı yöntem” kullanılmayacaksa bunu kesinkes söylemeliydiler, kullanılacaksa bütün bu olay neyin nesidir, sormaz mısınız? Hükümet de, muhatabı olan Demirtaş, Öcalan ve Karayılan da bu soruyu cevaplamalı.. Akiller ile sakiller! Pazartesi günkü yazımın başlığı buydu aslında, okurumuz Selçuk Tınaz’a ait sözcükler bunlardı, son dakikada “Akiller kimden akil” diye değiştirince ilk cümle havada kalmış. Şimdi gidişatta yukardaki yazımda söz ettiğim durum iyice göze batmaya başladığı için başlık iyice haklılık kazanıyor. Akil adamlar diye seçecekleri sonunda sakil adamlar olacaklar, belli.. Terör örgütü orta yerde dururken hangi geri çekilmeye göz kulak olacak, kimi neye ikna edecek bu akiller? ‘Makul’le beraber olmuyor! Bakın, terörü iyi bildiği için bu durumun “makul” olmadığını da bilen Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök “akil adamlığı” kabul etmiş mi, etmemiş. “Ben makul adamım” demiş, demek ki ikisi bir arada olmuyor.. Her konuda sessiz kalmanın kendisi için “en güvenli yöntem” olduğunu da biliyor bu “makul adam”.. STK’lar neden yok? Bu arada.. Bence son derece gereksiz, zaten akil adamın “sadece kendi aklına güvenen, kendinden başka akıldan çıkana itibar etmeyen” tarifine bakınca bizi yönetenlerden başkası olamaz diyor insan ama akil adamlar arasında “sivil toplum kuruluşları, kadın yöneticileri” neden yok? Seçenler erkek olduğu için erkeklerin “daha akil” olduğuna mı karar verdiler acaba? KOMİKK!! Atatürk anıtını da kaldırın! Batman kent merkezinde 30 yıldır Atatürk heykelinin yanında bulunan, Atatürk’e ait “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözü kaldırılmış, yerine “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” yazısı konmuş. Görenlerin “Çözüm sürecinin Batman’daki yansıması” olarak değerlendirdikleri belirtiliyor. Yine şimdi “ne önemi var canım” diyenler çıkacaktır malum ama önemi yoksa neden 30 yıldır duran söz kaldırılıyor? Çözüm; Türkiye toprakları içinde, bu devleti kuran Atatürk’ün sözlerinin bile yazılamadığı bölgeler oluşması mıdır? Yoksa çözüm adına yakında bu sözü söylemek bile yasaklanacak mı? Atatürk anıtlarını da şimdiden kaldırsınlar da kökten bitsin tartışma! Özür Dilerim Abduş Rifat Serdaroğlu Çift tabancalı kovboy, kavga ediyor gibi yapan çömezlerine posta atar; “Hey sen çabuk özür dile, sen de kabul et. Barışın artık. Mahallemde kavga istemiyorum, ikiniz de bana lazımsınız, okey mi?” Netanyahu Erdoğan’ı arar, ikisi konuşurken Netanyahu Obama’nın da yanında olduğunu söyler. İslam’ın 21. Yüzyıldaki lideri Eşbaşkan; “Ver onu bana, sesini çok özlemiştim” der. Aşkı görüyor musunuz? Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir T.C Başbakan’ı başka bir ülkenin Başkan’ına hasret, sesini bile özlüyor! Valla ben, Zeki Müren’in sesini özlerim, Muazzez Abacı’nın sesini özlerim, Neşet Ertaş’ın sesini özlerim ama Obama’nın bed sesini niçin özleyeyim? Özleyecek ses mi kalmadı? Sevdiğinin sesini duyan Eşbaşkan, talimatı aldı ve Netanyahu ile telefonda öpüşüp, “özür zaferi” kazanmış oldu! Devlet yönetiminden hiç anlamayan, Dış politikadan hiç haberi olmayan, kafası çalışan bilir ki, böyle özür dileme olmaz. Erdoğan ile Netanyahu birbirleriyle mi kavga ettiler ki, biri “Kusura bakma ya, oldu bir kere” diye özür diliyor, diğeri “Tamam birader boş ver, ölen öldü nasılsa, at üç beş kuruş unutalım” diyebiliyor?  Böyle ilkellik olabilir mi? Devlet idaresi bu mu? Devletten- Devlete özür mutlaka yazılı olmalıdır. Bu her iki devletin de kayıtlarına girmelidir. Yarın Netanyahu görevden ayrıldığında, yerine gelen, bakacak ne kayıt var ne de kâğıt! “Ben anlamam arkadaş, devlet özür dilememiş” derse ne yapacaksınız? Yunanistan’ın Nato’ya Kabulünde Kenan Evren’in, Türkiye-AB ilişkilerinde Ecevit’in, verilen sözlere inanıp kandırıldıklarını unuttunuz mu? Ortada iki ülkenin Parlamentosunca alınmış bir karar var mı? Ortada iki ülkenin Bakanlar Kurulunca alınmış bir karar var mı? İkisi de yok! Ne var? Obama emretmiş, iki kişi de korkudan “Tamam Abi” demişler. Benzeri bir durum, Erdoğan muhalefette iken olsaydı aynen şöyle derdi; Sevsinler sizin devlet yönetiminizi, sevsinler… Mademki böyle kolayca özür dileniyor, ben de bu güne kadar çok yüklendiğim Abduş’dan özür dilemek istiyorum! Eski kokainman, Kürtçe bilmeyen, ama anası Türk, esas adı Artin Agopyan olan tecavüzcü Abduş, senden herkesin önünde özür diliyorum; Seni, yeni arkadaşın Eşbaşkan’dan bu kadar yıl boşuna ayrı tuttuğumuz için. Seni, 54 bin insanın canını almak zorunda bıraktığımız için. Seni, Türk Devletinin 400 Milyar Dolarını yok etmek zorunda bıraktığımız için.  Barış olsun diye Türkiye’nin bir bölümünü sana hemen vermediğimiz için. Seni, daha önce anlayıp Kürdistan’a “Başkan” yapmadığımız için, çok-çok özür dilerim. Kusura bakma Abduş. Biz, TC’nin MİT Müsteşar Yardımcısının, senin Oslo’daki elemanlarına “Sizinle savaşan Ordu, şimdi içerde” dediği ve yeni arkadaşının onu korumaya aldığı an anlamalıydık, kimin gerçek hain olduğunu! Özür dilerim Abduş. Biz, TC’nin Genelkurmay Başkanının “Terör Örgütü Başkanı” olmak suçundan zindana tıkıldığı, senin çapulcularının “Şeref Localarına” devletin valisi tarafından ağırlandığı an anlamalıydık, senden daha koyu hainler olduğunu! Bağışla beni Abduş. Biz, senin militanların TC’nin sokaklarından geçerken sinirlenmesinler diye, Türk Bayrağını kaldırın emrini veren Subayların var olduğu ve kendi silah arkadaşlarına bile ihanet eden komutanların olduğu bir ordunun bu halinden bir halt olmayacağını baştan anlamalıydık, seni boşuna uğraştırdık be Abduş! Anlayamadığım bir konu var Abduş. Sen bir “Özeleştiri” yapıp beni aydınlat. Sen Marksist-Leninist-Kürtçü-Ateist bir Narko-Terör örgütünün önderisin. Arkadaşın Eşbaşkan ise İslamcı, kendine “Muhafazakâr Demokrat” diyen biri. *Nasıl oluyor da; İkiniz de Emperyalist Devletlerin işbirlikçileri olabiliyorsunuz? *Nasıl oluyor da; İkiniz de Avrupa Birliğine taparsınız? *Nasıl oluyor da; İkiniz de Atatürk’ten nefret edersiniz ve Dinciler-Kürtçüler olarak birlikte Atatürk’e “Deccal” dersiniz? * Nasıl oluyor da; Şeyh Said-Seyid Rıza- İskilipli Atıf Hoca-Derviş Memed ikiniz için de “Kahraman” sayılır? *Nasıl oluyor da; İkiniz de “Türk Milleti” , “Türk Devleti” diyemezsiniz? Bunlar benim kafamı karıştırıyor be Abduş? Madem bu kadar fikir birliği içindesiniz, adeta ruh ikizi gibisiniz, neden ayrı-ayrı partileriniz var Abduş? Bu kadar masraf, bu kadar adam, ne gerek var? Birleşin, biriniz Başkan diğeriniz Başbakan olun, gül gibi geçinip gidin! Abduş Heval; PKK’ya karşı savaşan ve çok şehit veren “Köy Korucuları” var ya, artık korunacak bir şey kalmadığına göre bunların hepsini kovun. Yerlerine, “Barış Sürecini” korumak için senin militanları getirin. Bunlara dolgun maaş-sosyal güvence ve TOKİ den ev verilsin. Mutlu olsun çocuklar! Artan olursa Belediye Zabıtası yapın ama bunlar da silahlı olsunlar. Ne olur ne olmaz değil mi Abduş? Kandildeki komuta heyetini de, topunu birden “Maldiv Adalarına” gönder, adamların popoları denize girsin, biraz medeniyet görsünler! Tüm bunları gerçekleştirirken yanlışa düşmeyesiniz diye, önce bir “Pilot Bölge” belirleyin, önce orda test edin, sonra Türkiye’de uygulayın. Örneğin, “Bayrak” konusunu çözmek için, elinize PKK paçavrasını, Öcalan’ın posterlerini alın, gidin Kuzey Irak’a Barzani ağabeyinize bunları anlatın. “Biz, senin bayrağın olmadan Erbil’de bir miting yapmak istiyoruz” deyin. Bakın size nasıl demokratikçe yaklaşacak ve kucaklayacak? Ne bayrağın sopası, ne denize girecek, ne de oturacak poponuz kalır!.. Hesabı Kim Soracak? Cüneyt Arcayürek Özenle izlenen kimi olaylar bir görünüyor, birden kayboluyor. Örneğin Amerikalı, mesleği fotoğrafçılık olduğu söylenen Sierra adındaki kadının öldürülmesi olayı... Sierra’nın tinerle kendinden geçen bir adamın kurbanı olduğu açıklandı. O kadar!.. Amerikalı kadının Türkiye’ye ilginç fotoğraflar çekmek için geldiği dışında, son kez Türkiye’ye ziyaret nedeni ve örneğin öldürüldüğü gün, tren rayları üzerinde tek başına neden yürüdüğü açıklanamadı. Cinayetin ortaya çıktığı ilk günlerde TV’lere ve gazetelere düşen bilgiye göre; Sierra, Türkiye’ye geldikten birkaç gün sonra Hollanda’ya gidiyor, dönüyor. Neden? Bilinmiyor... Amerika, bizim gibi vatandaşının dış ülkelerde ölmesine lakayt kalan bir ülke değil. Dış bir ülkede ölen veya öldürülen vatandaşı için büyükelçilikler derhal devreye giriyor... Ne ki, Sierra ile ilgili tek satırlık bir açıklama yapmadı. İlgi çekici girişimde bulunmadı Washington... Türk ilgili makamları da ABD de; Sierra’nın Türkiye’ye sık sık geliş nedenlerini doğru dürüst açıklamadı kamuoyuna. Basit bir cinayete kurban gittiğini içeren bir hava yaratıldı. Sierra; geride gizli servis elemanı olduğundan tutun da uyuşturucu mafyası hesabına çalıştığını öne süren birçok nedeni, niçini yanıtsız bıraktı. *** Geçenlerde AKP’nin genel merkezine, alışveriş merkezlerinde satılmayan lav silahı ile saldırıldı. Saldırıyı DHKP-C örgütünün düzenlediği açıklandı. RTE, geçen cuma günü yayımlanan demecinde; lav silahıyla gerçekleştirilen saldırıyla ilgili kendine ulaşan bilgileri şöyle açıkladı: “(Genel merkezde) Benim çalışma odamla alt oda arası krişe denk gelmiş.Toplantı odasının yanındaki cam parçalanmış.” Bu ve benzeri açıklamalarla -RTE ve yetkili kişiler- AKP genel merkezine saldırıyı çözüm sürecinde “milli iradeye saldırı” diye nitelediler. Ancak: Lav silahının genel merkezin onca odası varken neden genel başkan (RTE’nin) çalışma odasını hedeflediğine açıklık getirmediler veya getirmek istemediler. AKP genel merkezindeki genel başkanın çalışma odasına lav gibi bir silahla saldıranın olası hedefinin; RTE’ye ve partiye gözdağı vermekten kaynaklanmış olabileceğinden nedense hiç söz edilmiyor. Hatta, RTE’ye kolaylıkla suikast gerçekleşebileceğine bir örnek verilmek istenildiğinin üzerinde de durulmuyor. Ne var ki Başbakanlık’ta önlemler yeterli değilmiş gibi son günlerde mevcut olanlara ek, yeni önlemler alındığını içeren ve akla takılan bu olasılıkları doğrular nitelikte haberler TV’lerde izleniyor. *** Bilinenleri yeni öğrenilmiş gibi büyüterek açıklamakta da mahiriz. Suriye’deki iç savaş başladığından beri Esad muhaliflerine silahları hangi ülkelerin hangi yollardan sağlandığını içeren, bizde ve dünya medyasında onlarca haber yayımlandı. Katar ve Suudi Arabistan’ın Hırvatistan’dan satın aldıkları silahları Türkiye üzerinden Özgür Suriye Ordusu’na iletildiği de yazıldı. Ama New York Times, bilinen bu haberleri bir harita üzerine dökerek (3 bin 500 ton) silah rotasını yineleyince ortalık toz duman! ABD’nin silah yardımı yaptığı zaten gizli saklı değil. Bize gelince uluslararası medya, Suriye’de savaşın tarafı olduğumuzu bir kez daha kanıtladı. Meclis’in izni veya bilgisi olmadan hükümetin Suriye’deki muhalif güçlere her türlü yardım için başka devletlere ve gizli servislerine Türkiye topraklarını kullandırdığı açığa çıktı. *** Bu olay da acaba bir görünüp kaybolan diğer olaylar arasına karışacak mı? Zira Türkiye’nin yabancılar tarafından yolgeçen hanı gibi kullanılmasına izin veren; anayasaya, yasalara ve hatta devlet geleneklerine aykırı bu davranışın hesabını kimin vereceği, vermesi gerektiği belli de... ... hesabı kimin soracağı ortada yok! Erdoğan çuvalı! Hasan Demir Bir Başbakan olarak zâtı âlilerinin görevi, ülkesinin başına geçirilmek istenen çuvalı, o çuvalı tutan ellerin kafalarına geçirmek olması gerekirken, Sayın Erdoğan hem başa geçirilen çuvalları,  “Büyük devletler özür dilemez” diyerek içine sindiriyor; hem, eline tutuşturulan başka çuvalları milletin başına geçirmek için psikolojik ve siyasi operasyonlar yapıyor. İsterseniz Başbakan’ın bu  “çuvallarından”  birkaçına birlikte göz atalım ve işe,  “Suriye çuvalı” ile başlayalım: * Türkiye, Suriye’nin içişlerine karışmıştır. İsyancılar Türkiye’de eğitilmiş, Türkiye’de karargâh kurmuş, Türkiye üzerinden Suriye’ye silah sokulmuştur. Şimdi Suriye, Türkiye için BM’de bir  “suç duyurusunda bulunmanın” hazırlıklarını yapıyor. Erdoğan defalarca Suriye’yi açıktan tehdit etmiştir. Esad devrilse, rejim değişse; ABD, Türkiye, İsrail ve Haçlıların desteklediği muhalif kanat kazansa bile, gün gelecek o kanadın muhalifi olan bir parti Suriye’de iktidar koltuğuna oturacaktır. İşte o gün, bugünkü defterler açılacak, uluslararası konjonktür de müsait ise Türkiye, Erdoğan yüzünden tazminata mahkûm edilecektir. * Avrupa Birliği üyesi Güney Kıbrıs’ın başına gelenleri görüyorsunuz. Vatandaş bir sabah uyandı, bankadaki parasının yüzde 40’ına el konulduğuna şahit oldu. Erdoğan, Haçlı seferlerini başlatan Türk düşmanı papazın heykeli altında AB ile protokol imzaladığında  “Türkiye’yi AB’ye soktuk”  diye pazarlayanlar bugün de Öcalan-Erdoğan mutabakatını  “Türkiye’ye barış getiriyoruz”  diye pazarlıyor. Bir sabah Güney Kıbrıslılar gibi Türk halkı da  “çözüm süreci”  diye pazarlanan bu sürecin bir noktasında, bir de bakacak ki, topraklarının yüzde 30’u, 40’ına PKK’nın kurduğu  “Kürdistan”  tarafından el konulmuş. Bir milletin başına bundan daha beter bir çuval nasıl geçirilir. * 21 Aralık 2013’te Diyarbakır’da Erdoğan tarafından Mandela’laştırılan Öcalan ve meşrulaştırılan PKK, gelecekte tıpkı Ermeniler gibi Türkiye’den,  “öldürdüğün insanlarımız için tazminat ver” talebinde bulunacak, Batı da bu işe destek verecektir. Türk milleti bu sürecin tamamlanmasına seyirci kalırsa bu çuvalın da evlatlarının başına geçme günü gelecektir. * Başbakanın Türk milletinin başına geçirdiği en büyük çuvallardan biri de zina ve domuz etinin serbest bırakılmasıdır. Yine büyük çuvallardan biri de tek, bir tek Müslüman’ın bile bulunmadığı mahallelere  “Dinlerarası Diyalog”  icap ettiriyor diye “kilise ev” lerin açılmasına izin verilmesidir. Bir ara Abdullah Gül,  “40 bin kilise ev açıldı, daha ne istiyorlar” gibi bir laf etmişti. Şimdi bu sayı herhalde 80 binleri bulmuş, yani cami sayısını geçmiştir. Sakın, çevremizde göremiyoruz demeyin, siz göremiyorsunuz diye onlar orada yok değiller. Çünkü Vatikan’ın resmen açıkladığı hedef,  “III. bin yılda Asya’nın Hıristiyanlaştırılmasıdır ve bu işe Türkiye’den başlanacaktır.”  Vatikan’ın bu hedefe varması için elinin altında bütün Haçlı elçilikleri, içimizdeki kriptolar ve harcayabileceği bir trilyon dolar vardır. * Başbakan,  “Dinsel milliyetçiliğe karşıyım. Bütün dinlere aynı mesafedeyim”  diyerek, Türk’ün dini İslâm’ın da başına çuval geçirmeye yeltenmiştir. Çünkü İslâm artık Türk’ün millî dini olmuştur. Erdoğan o sözü ile İslâm’ı kastetmedi ise, neyi kastetmiştir? Bir insan bütün dinlere aynı mesafede olursa, İslâm’a göre onun durumu nedir, Erdoğancılar hiç merak etmezler mi acaba? Devleti kastetse, anlamaya çalışırız. Amma o kendini kastediyor,  “Irkçı olsaydım Arap kızı ile evlenmezdim”  demesi, kendini kastetmesidir. Başbakan,  “devlet”  değildir. * Başbakanın  “Türk” ün başına geçirdiği ilk  “çuval” , Türk milletini 36 etnik grubun sıradan bir şubesi hâline getirmesi ve  “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldım” türünden meydan okumasıdır. * Yeni bir çuval hazırlığı var gibi geliyor. Efendim, Dışişleri Bakanı İsrail’e gidecek, tazminat meselesini görüşecekmiş. Eğer böyle bir şey olursa bu, bu milletin başına geçirilmiş en pis çuval olur. Adam hem uluslararası sularda dokuz vatandaşımızı katledecek, hem, gel para vereyim diye seni ayağına çağıracak. Kaldı ki, özür dileyip dilemediği de belli değil.  “Biz, Suriye’deki gelişmeler yüzünden özür diledik”  diyen Netenyahu’nun kendisi. Yani, özrü dileten sevmediğimiz(!) Esad olmuş, onun direnişi olmuş,  “Dik duruş, düzgün oturuş”  falan değil.. * Daha çok madde var lâkin cümlesini saymaya gerek yok. Sözün özü Sayın Başbakan  “Büyük Orta Doğu Projesi Eş Başkanı”  olarak elinde çuval, içeride ve dışarıda  “çuval geçirecek baş”  arayıp duruyor Bu gidişin sonu  “çuvallama”  olacak, faturası da millete çıkacaktır vesselâm... Kitle katliamcısı hidayete mi erdi? Özcan Yeniçeri Bülent Arınç, Öcalan için; ‘bir zamanlar namaz kılardı, mütedeyyin birisiydi’anlamına gelen sözler etmişti. Namaz ile alay ettiği kayıtlara geçen, domuz eti ile beslenmekte sakınca görmeyen terörist ve Zerdüşt olarak ilan edilen Öcalan, birden bire jargon değiştirdi. Kitle katliamcısı Öcalan, dinlerin ve İslam dininin mesajlarındaki hakikatlerden bahsederek şunları söylüyor:  “Orta Doğu halkları kökleri üzerinden yeniden doğmak ve ayağa kalkmak istiyorlar. Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler bugün yeni müjdelerle harekete geçiyor. İnsanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor. Saygıdeğer Türkiye halkı, bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” Öcalan, Kürtlerle Türkler arasındaki inanç müşterekliği üzerinden üretilen ortak yaşam, kardeşlik ve dayanışma duygularına dikkati çekiyor! Çok açıktır ki, kitle katliamcısı inanmadığı şeylere inanıyor, inandığı değerlere de inanmıyormuş gibi görünmeye çalışıyor. Söylemlerin taktik ve strateji gereği olarak ifade edildiğini onun gerçek görüşlerini bilenler çok iyi anlayacaklardır. Kitle katliamcısı Öcalan’ın gerçekte İslam ve semavi dinlerle ilgili görüşleri şunlardır:  “Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği”  adlı kitabından:  “ * ...Binlerce yıl öncesinin gelişmemiş bilim ve tekniğin ürünü olan, en büyük kutsallık olarak ve anlamını da hiç bilmeden tapınış konusu yapmak, herhalde en büyük toplumsal ve bireysel hastalıktır. * İslam dini ve milliyetçilik Araplar, Farslar ve Türkler’i milliyet ve ulus olarak güçlendirip devletleştirirken, Kürtler’in asimilasyonunda ve ezilmelerinde temel rol oynamıştır. * Hz. Muhammed’in kişiliği, özce dile getirilen dönem koşullarının etkisi altında oldukça çelişkili bir gelişim göstermektedir. * Öyle sevgili kulun cennete gitmesi gibi kavramlar, işin fantezi kısmıdır, edebi kısmıdır. * İslamiyet bir Türk şovenizmidir! * Kürtler, İslamlaştıkça Kürtlüklerini unutuyorlar! * Kürt din adamları, Kürtlüğe ihanet ediyor! * İslam, Kürtlüğe ihanet ediyor! l Camiler ve benzeri yerler o yörenin bilim sanat merkezleri rolünü oynayabilmeli ve soylu tiyatro eserleri oynatmalıdır. Unutmamak gerekir ki namazın kendisi de ilk drama oyunlarının daha sonraki biçimidir. Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur. * Allah, bir nevi Orta Çağ’ın feodal manifestosudur, temel yasası ve bildirgesidir... İslam inancı bir hastalık... Tek tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, Allah, peygamber ve melek gibi kavramlar, dönemin siyasi literatürüdür. (Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa. Cilt 1, Aralık 2001, s. 204) * Bizim din ile ilişkimiz yok. Halkımız Tanrı’dan, ideolojiden kopmalıdır. Ben çok uğraştım sonunda TANRIDAN KOPTUM. TANRIYI AŞTIM. Böylece Abdullah Öcalan olabildim. (Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa. s. 354)” Kitle katliamcısı Öcalan’a ait olarak kitlelere okunan mesajın samimi  söylemleri olmadığı açıktır. Bu söylemlerin, iktidarla yapılan görüşme/anlaşma/helalleşme bağlamında kaleme alındığı anlaşılıyor. Görüşmelerin belirli aşamalarında Öcalan ile Türkiye’nin kudret elitleri arasında dışarıyla telefon teması kurulduğu da ortaya atılan iddialar arasındadır. Öcalan’ın hidayete erdiği, yeni şeyler söylediği yolundaki görüşler doğru değildir. Kitle katliamcısı Öcalan’ın ortaya attığı görüşlerde değişen ya da daha önce dile getirilmemiş bir düşüncesi Diyarbakır’da okunan metinde yoktur. Bu söylemlerin ve görüşlerin sahibi olan birisinin bir anda semavi dinlerin hakikati ve İslam’ın ürettiği ortak paydadan söz etmesi, ancak olanın bitenin farkında olmayanları ikna edebilir. Hiç mahzuru yok müsait olan inanabilir! (Erdoğan GÖKÇE)
 
  Bugün 91 ziyaretçi (110 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol